Avrupa Avrupa Dediğimiz

23 Nisan 2009 Perşembe

Soykırım salyaları akıtanlar okusun!

Soykırım salyaları akıtanlar okusun!
23 Nisan 2009 Perşembe

Ramazan Durmuş

Bu yazıda “Dünyanın görmediği sürgünler”le ilgili olarak tarihe not düşeceğim. Malum, Ermeni Diasporasının yaygara kopardığı günlerdeyiz.
Yarınımızdan şüphe duyanların arttığı bir dönemdeyiz. “Türk” olmayı hak etmeyen ihanet içindeki kimilerinin varlığının acısını yaşaya yaşaya ecdadıma laf söyleyenleri izliyoruz.
Bakın, Dadaş Erzurumlum ne de güzel anlatıyor, o yılları:
''Göç göç oldu göçler yola dizildi,
Uyku geldi ela gözler süzüldü''...
Evet, Rus işgalinden ve Ermeni mezaliminden canlarını, yavrularını kurtarmak için kaçan Erzurum halkının göç türküsü böyle başlar.
Türkler'in uğradığı sürgün ve tehcirleri biliyor musunuz? Şayet bihaberseniz buyurun hep birlikte bir solukta okuyalım!
“Soykırım, soykırım” diye salya akıtan, “Hepisi Ermeni” olanlara da anlatmak üzere iyice beyinlerimize işleyelim.
Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile işgale uğrayan Kafkas ve Balkan coğrafyasında yaşayan Türk ve Müslüman halklar için de umutsuzluklar, göçler, ölümler, işgaller, ana vatanlardan kopuşlar, tehcirler de başlamış oldu. Göç hikayeleri, göç türküleri ayrı dillerde söylense de duygular, hüzünler hep aynı noktaya işaret ediyordu.
Sürgün edilen, ana vatanlarından koparılan, hastalıklara yenik düşen, yollarda ölen, açlık ve sefaletle karşı karşıya kalan Türk"ün acısı, ne yazık ki dünyanın gelişmiş ülkelerince bir türlü görülmedi.
Tehcir edilenlerin sığınağı haline gelen Türkiye'yi, yıllardır Ermeni iddialarıyla karşı karşıya bırakan birçok bezirgan ülke, ne yazık ki Kafkaslar ve Balkanlardan sürülen milyonların yaşadığı acıları bir türlü görmek istemedi.
Bakın, kaynağımız Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü… Kafkas Vakfı ve Balkan Medeniyet Derneği yetkililerinin derlemelerine göre, Osmanlı"nın zayıflamasıyla 19. Yüzyıldan itibaren Kafkaslardan ve Balkanlardan Anadolu'ya göçler başladı.
Rus Çarlığına bağlı askeri birliklerin 1859"da Kafkasya'ya girmesiyle bu coğrafyada göçler de beraberinde başladı. Rus birliklerine karşı verilen savaşı kaybeden Kafkas halklarını büyük bir dram bekliyordu. Çar'ın Kafkasya temsilcisi Grandük Mişel'in 1864 Ağustosunda Batı Kafkasyalılara, ''Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir'' şeklindeki fermanı, bölgedeki sürgünleri ve göçü tetikledi.
Rus Çarlığının emriyle 1864 yılında 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan oldu. Tehcire zorlanan Kafkas halklarının birçoğu sürgün yolculuğunda açlık ve kötü koşullara yenik düşerek can verdi, binlercesi Karadeniz'in azgın dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla engin sularda boğuldu, yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalandı. Karadeniz'deki Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Poti ve Batum gibi limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine bindirilen muhacirler, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Varna, Köstence ve İstanbul'a getirildi. Arşiv kayıtlarına göre, Kafkaslar'dan sürgün edilen insanların yüzde 30'una yakını, yolculuk tamamlanamadan öldü.
Kafkasya'da sürgünler 1864 yılıyla sınırlı kalmıyordu. 1864 sürgünüyle dünyaya savrulan Kafkasyalılar, tekrar ana vatanlarında toparlanma fırsatı bulamadan bu sefer 1943 ve 1944 yıllarında Sovyet İmparatoru Stalin'in emriyle geniş çaplı bir sürgüne maruz bırakıldı. Bu sürgünde ise Kafkas halkları, asılsız bir şekilde 2. Dünya Savaşı'nda Almanlarla iş birliği yapmakla suçlanıyordu.
Karaçay Özerk Bölgesi, 2 Kasım 1943'te Sovyet askerlerince kısa süre içinde boşaltıldı. Emirlere uymayan Türk kökenli bu halk, anında infaz edildi. Karaçay halkından 32 bin 929'u çocuk olmak üzere 63 bin kişi tıpkı diğer Kafkas halklarına yapıldığı gibi hayvan vagonlarına doldurularak Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'ın iç bölgelerine gönderildi. 8 Mart 1944'de ise Balkarlar, Karaçay halkının maruz kaldığı acı sürgünü yaşadı.
Kızılordu'nun 23 Şubat 1944'te Kızılordu'nun 26. kuruluş yıldönümünü şenliklerine davet edilen Çeçen ve aynı etnik kökene sahip olan İnguşlar, apar topar ve binlerce insanın ölümü pahasına Sibirya'ya sürüldü.
Sürgüne gönderilen her aileye, yanlarına almak için ancak 20 kilogram bagaj izni verildi, insanların tüm mal varlıklarına ve hayvanlarına el konuldu. Felaketin en büyüğü ise sürgün yolculuğunda gerçekleşti. Sürgün edilen insanların yüzde 20'si kötü hava koşulları ve açlıktan öldü. Ölüm Çeçen ve İnguşlar'ın yakasını yerleştirildikleri yeni yerlerde de bırakmadı. Gerek iklim gerek ağır çalışma koşulları ve bunlara bağlı salgın hastalıklar nedeniyle pek çok muhacir yaşamını yitirdi. Çeçen ve İnguş halkının sürgündeki nüfus kaybının yüzde 38 oranında olduğu kaydediliyor.
Sovyet Yüksek Şurası, 9 Ocak 1957 yılında aldığı karar ile 1944"te topyekun sürgün edilen Çeçen ve İnguşların ana vatanlarına dönmelerine izin verdi. 7 Mart 1944 tarihinde lağvedilen ve toprakları çeşitli ülkelere paylaştırılan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ise 1957"de yeniden kuruldu. 1939"un resmi kayıtlarına göre 488 bin olan Çeçen-İnguşların nüfusu sürgünden sonra 200 bine kadar düştü. 1959 yılında ise tüm İnguş ve Çeçenlerin sayısı 311 binden ibaretti.
Sovyetler'in dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan'da Rus birlikleriyle direnişçiler arasında savaş başladı. 1994-96 yılları arasında 1 milyon civarında nüfusu olan Çeçenistan, bu savaşta yaklaşık 120 bin kurban verdi. 1999-2001 yılları arasında yaşanan ikinci savaşta ise 100 bin Çeçen öldü, 30 bin Çeçen ise sakat kaldı.
Stalin döneminde sürgün sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmadı. Sürgün kararından en çok etkilenen bir diğer halk ise Kırım Tatarlarıydı. 18 Mayıs 1944 gecesi başlayan sürgün furyası, 3 gün içinde 220 bin Kırım Tatarı'nın zorla yurtlarından koparılmasıyla sonuçlandı.
Orta Asya'nın ücra köşelerine götürülmek üzere ölüm katarlarına bindirilen Kırım Tatarlarının yüzde 42'si zor koşullara dayanamayarak ya da yapılan baskılar sonucu yaşamını yitirdi. Vatanlarına dönmek için çok yoğun bir mücadele veren Kırım Tatarları, hedeflerine ulaşmak için 1980'li yılları beklemek zorunda kaldı.
Yıllar sonra terk ettiği topraklarına gelen insanları başka bir hazin tablo bekliyordu. Kırım Tatarları yurtlarına döndükleri zaman evlerinin, iş yerlerinin ve topraklarının Ruslar ile Ukraynalılara dağıtıldığını gördü.
Gürcistan'ın Ahıska bölgesinde yaşayan ve ''Osmanlı Türkleri'' olarak da bilinen Ahıskalılar, 14 Kasım 1944"te tarihin en acı olaylarından birini yaşadı. Aradan geçen 65 yıla rağmen Ahıskalılar, halen yurtlarına dönemedi. Anavatanlarından koparılan ve gittikleri yerde hayatta kalan Ahıskalıların torunları bugün Rusya Federasyonu, Özbekistan, Kazakistan, Türkiye, Ukrayna, Almanya, Fransa, İtalya ve ABD'de yaşamlarını sürdürüyor.
Stalin'in emriyle bir gece ansızın gelen haber üzerine doğup büyüdükleri vatanlarını zorla terk ettirilen Ahıska Türkleri, ''ölüm katarı'' olarak adlandırılan hayvan vagonlarına istiflenerek bir bilinmez yolculuğa çıktı. Sibirya'ya ve Sovyetlerin iç bölgelerine gönderilen yaklaşık 250 bin Ahıska Türkünün birçoğu yolda hastalıktan, açlıktan hayatını yitirdi. Ayrı ayrı bölgelere dağıtılan Ahıska Türkleri yıllarca birbirinden haber alamadan yaşadı.
Özbekistan'da sürgün hayatı yaşayan Ahıska Türkleri, 1989"da ikinci büyük sürgün daha yaşadı. Fergana'da çıkan olaylarda yaklaşık 100 bin Ahıska Türkü ikinci vatan edindikleri Özbekistan'dan komşu ülkelere ve Rusya'nın Krasnodar bölgesi ile Ukrayna'ya göç etmek zorunda kaldı. Türkiye'de bir süre önce çıkarılan yasa ile Ahıskalıların Türk vatandaşlığına geçişi kolaylaştırıldı.
1944'de sürgün edilen Kafkas halklarından hiçbir şekilde yurtlarına dönüş yapamayanlar ise Ahıskalılar oldu. Gürcistan, Avrupa Konseyi'ne kabul edilirken Ahıskalıların yeniden kendi vatanlarına yerleştirilmesi konusunda taahhüt altına girdi, ancak bugüne kadar verilen sözler yerine getirilmedi.
Ermenistan'ın Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesini 1992-94 yıllarında yaşanan savaşta işgaliyle başlayan süreçte en çok zarar gören, sivil halk oldu. İşgale uğrayan topraklarından kaçan yaklaşık 1 milyon Azeri Türkü, halen zor koşullar altında Azerbaycan'ın çeşitli vilayetlerinde yaşamlarını sürdürüyor.
Üsküp, Kalkandelen, Manastır, Ohri, Selanik, Saraybosna, Prizren, Şumnu, Varna, Deliorman, Belgrad, Sancak... Rumeli Türklerinin ''çil çil kubbeleriyle'' geride bırakıp gelmek zorunda kaldıkları şehirlerden sadece birkaçıydı.
Rumeli Türkleri, ayrı bir anı, ayrı bir acı, ayrı bir özlemle terk edilmeye zorlanmıştı ecdat yadigarı toprakları....
Şehzade Süleyman Paşa'nın 1352 yılında Rumeli'ye geçişi ve art arda devam eden fetihlerle Osmanlı, kısa sürede Balkanların tek hakimi haline geldi. Türklerin Rumeli'ne yerleştirilmesi ve bölgenin yerli halkları olan Arnavutlarla, Boşnakların da İslam'ı seçmesi Balkan coğrafyasını ikinci bir Anadolu yaptı. Yaklaşık 500 yıl idaresi altında yaşadıkları Osmanlı'nın zayıflamasıyla birlikte bu bölgede yaşayan Türkler ve Müslüman halkları da zor günler bekliyordu. 1912 yılında yapılan 1. Balkan Savaşı'nın kaybedilmesiyle de elden çıkan topraklardan milyonlarca Türk, Boşnak ve Arnavut, Anadolu'ya göç etmek zorunda bırakıldı. Göç etme imkanı bulamayanlar ise kaldıkları coğrafyada çeşitli asimilasyonlara maruz kaldı.
Göçlerin en acı yanı ise 500 yılı aşkın Osmanlı idaresinde kalan coğrafyadaki Türk şehir mimarisinin en güzel örnekleri olan eserlerin yok edilmesi oldu. Osmanlı'nın 15 bin 787 mimari yapı inşa ettiği Balkanlar'da göçlerle birlikte bu tarihi eserler de sahipsiz kaldı. Osmanlı'nın izlerini yok etme pahasına birçok tarihi cami, han, hamam yıkıldı, geri kalan bir çok tarihi eser ise aslından uzak görünümle restore edilip amacı dışında kullanıldı.
Balkanlardan Anadolu"ya göçün ilk dönemi, 1804 yılında Sırp isyanı ile başladı. 1804'te isyan eden Sırpların şiddet hareketleri sırasında, Semendire'ye bağlı yerlerde Türklere karşı girişilen katliamdan kaçanlar, Rumeli ve Bosna-Hersek'e göç etti. 1826'da yapılan Akkerman Antlaşması ile 150 bin Türk, Sırbistan'dan göç etmek zorunda kaldı. 1867 yılında Sırpların zulmünden kaçan 150 bin civarında Boşnak da Türklerle birlikte Anadolu"ya göç etti. Yine 1908-23 yılları arasında 300 bin, 1923–33 yılları arasında da 350 bin Türk Sırbistan'dan göç etti. Göç edenlerin bir kısmı ise yollarda hastalık ve açlıktan öldü.
Yunanistan'dan Türkiye'ye ilk göçler 1820"de Mora isyanından sonra başladı. Avrupa'dan gelen gönüllü askerlerle Rum çeteciler, Teselya ve Ege adaları ile Mora'da oturan Türk ve Müslüman halka zulmetmeye başladı ve 32 bin Müslüman Türkü öldürdü. Rusya ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile 1826 yılında bağımsız Yunan devleti kuruldu ve Müslüman halkı Yunanistan'dan çıkarma kararı alındı. Bu kararla birlikte Türkler yüzyıllarca yaşadıkları coğrafyadan sürgün edilmeye başlandı.
Mora'nın ardından Girit'te de 1864 yılında Rumların sivil Türk halkına karşı katliamlara girişmesi üzerine, bu bölgeden Anadolu'ya ve İstanbul'a 60 bin kişi göç etti. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra da Yunanistan'daki Türklerden bir kısmı, Anadolu'ya kaçmak zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı'nı takip eden Lozan Antlaşması hükümlerine göre yapılan mübadelede ise Türkiye'ye 1923-1933 yılları arasında 384 bin kişi geldi.
Yunanistan'dan göçler, 1934-1960 arasında da devam etti. Bu tarihlerde 23 bin 788 kişi Türkiye'ye geldi. 1960-1970 arasında ise 20 bin kişi Yunanistan'dan Türkiye'ye yerleşti.
Rusların 1828'de Tuna'yı aşarak Edirne'ye kadar gelmesi ve Bulgarları Türklerin üzerine saldırtması sonucu 30 bin Türk, Anadolu'ya göç etti. 1876'da Rusya, Almanya ve Avusturya tarafından Balkanlar bölündü. Avusturya, Bosna-Hersek'i aldı, ayrıca Bulgarlar ve Sırplara, Rusya himayesinde bağımsızlık verildi.
Aynı yıl Bulgarlar, Türklere karşı şiddet hareketlerine girişti. Buradaki Türkleri korumakla görevli Türk ordusunun hareketi, Avrupa devletlerinin müdahalesiyle durduruldu. Binlerce Türk, Edirne, İstanbul ve Anadolu'ya göç etti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra yapılan Berlin Antlaşması ile Bulgaristan devletinin kurulması kabul edildi. Bu durum, Bulgaristan'daki Türkler için kötü sonuçlar doğurdu. 1876-1878 yılları arasında 200 bin Türk, Edirne ve civarına yerleşti. Sonraki yıllarda ise 300 bin göçmen, Rumeli'den Anadolu'ya geçti. Kuzey Bulgaristan'dan göç eden bir kısım Türk ise Rodoplar'da uğradıkları silahlı saldırılarda ağır kayıplar vererek Türkiye'ye gelebildi. Bu tarihlerde Doğu ve Batı Trakya ile İstanbul'un her yeri göçmenlerle doldu. Osmanlı bu göçmenlerin iskanı konusunda büyük zorluklar yaşadı.
Arşivlerde, 1885-1923 yılları arasında Bulgaristan'dan Türkiye'ye 500 bin kişinin göç ettiği belirtiliyor. 1923-1933 yılları arasında ise göç edenlerin sayısı 101 bin civarındadır. Yine Bulgaristan'dan 1934-1960 arasında 272 bin 971 kişi, 1968-79 yılları arasında da Bulgaristan'dan Türkiye'ye 116 bin 521 kişi Türkiye'ye göç etti.
Bulgaristan;dan son göç hareketi ise 1989 yılında Bulgar hükümeti tarafından burada yaşayan Türklerin Türkiye'ye göçe zorlanmaları ile başlatıldı. Göçmenler kitleler halinde trenlerle Türk sınırına bırakıldı. Böylece Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da görülen en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kaldı. Bu dönemde 64 bin 295 aileye mensup 226 bin 863 kişi serbest göçmen olarak Türkiye'ye geldi. Bu tarihten itibaren 1995 yılına kadar da aralıklı olarak gelen serbest göçmenlerin sayısı 73 bin 957 kişiye ulaştı.
Bütün bu göçlere rağmen bugün Bulgaristan'da halen 1 milyonun üstünde Türk bulunuyor.
Romanya toprakları, Osmanlı İmparatorluğu idaresindeyken, Besarabya ve Kırım'dan on binlerce Türk buraya yerleşti. 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşlarında, Rus ordularının Tuna'yı aşarak Şumnu'ya kadar ilerlemesi üzerine bu bölgede yaşayan Türkler göçe zorlandı. Şumnu ve Dobruca civarından, 1812 yılından sonra 200 bin Türk, Anadolu'ya göç ederek başta Eskişehir olmak üzere çeşitli bölgelere yerleştirildi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra Besarabya'nın Rusların eline geçmesi Dobruca'nın ise Rumenlere bırakılması üzerine Türklerin göçü yeniden başladı. O yıllarda Dobruca'dan 80 bin civarında Türk, yurtlarını terk ederek Anadolu'ya yerleşti. 1923'ten sonra, Dobruca'dan yeni göçler başladı. 1923-1933 arasında 33 bin 852 kişi göç etti. 1934-1960 yılları arasında ise Romanya'dan göç edenlerin sayısı 87 bin 476'ya ulaştı.
Yugoslavya'dan Türkiye'ye Cumhuriyet döneminde toplam 77 bin 431 aileye mensup 305 bin 158 kişi göç ettiği, resmi kayıtlarda yer alıyor.
Yugoslavya idaresinin baskıları sonucu 1946-1968 ve 1971 yıllarını kapsayan göçlerde özellikle Üsküp, Prizren ve Sancak bölgesinde yaşayan Türk, Boşnak ve Arnavutlar, evlerini ve mallarını cüzi fiyatlara satarak Türkiye'ye gelmek zorunda bırakıldı.
* * *
Evet, işte Türk"ün uğradığı sürgün ve tehcirlerden bir demet… Bu gerçekleri gün yüzüne çıkaran ve tarihe bir not düşen Anadolu Ajansı"ndan Ömer Çetres"e teşekkürlerimle… Çünkü bu araştırma yazısı bana değil, ona ait...

21 Nisan 2009 Salı

Dünyanın görmediği sürgünler

Dünyanın görmediği sürgünler
21 Nisan 2009 Salı,
11:41

''Göç göç oldu göçler yola dizildi, uyku geldi ela gözler süzüldü''... Rus işgalinden ve Ermeni mezaliminden canlarını, yavrularını kurtarmak için kaçan Erzurum halkının göç türküsü böyle başlar.

Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile işgale uğrayan Kafkas ve Balkan coğrafyasında yaşayan Türk ve Müslüman halklar için de umutsuzluklar, göçler, ölümler, işgaller, ana vatanlardan kopuşlar, tehcirler de başlamış oldu. Göç hikayeleri, göç türküleri ayrı dillerde söylense de duygular, hüzünler hep aynı noktaya işaret ediyordu. Sürgün edilen, ana vatanlarından koparılan, hastalıklara yenik düşen, yollarda ölen, açlık ve sefaletle karşı karşıya kalan bu halkların acısı, ne yazık ki dünyanın gelişmiş ülkelerince bir türlü görülmedi.

Tehcir edilen halkların sığınağı haline gelen Türkiye'yi, yıllardır Ermeni iddialarıyla karşı karşıya bırakan birçok gelişmiş ülke, ne yazık ki Kafkaslar ve Balkanlardan sürülen milyonlarca halkın yaşadığı acıları bir türlü görmek istemedi.

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Kafkas Vakfı ve Balkan Medeniyet Derneği yetkililerinden derlenen bilgilere göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla 19. yüzyıldan itibaren Kafkaslardan ve Balkanlardan Anadolu'ya göçler başladı.

Rus Çarlığına bağlı askeri birliklerin 1859 yılında Kafkasya'ya girmesiyle bu coğrafyada göçler de beraberinde başladı. Rus birliklerine karşı verilen savaşı kaybeden Kafkas halklarını büyük bir dram bekliyordu. Çar'ın Kafkasya temsilcisi Grandük Mişel'in 1864 Ağustosunda Batı Kafkasyalılara, ''Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir'' şeklindeki fermanı, bölgedeki sürgünleri ve göçü tetikledi.

-YÜZDE 30'U YOLCULUĞUNU TAMAMLAYAMADAN ÖLDÜ-

Rus Çarlığının emriyle 1864 yılında 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan oldu. Tehcire zorlanan Kafkas halklarının birçoğu sürgün yolculuğunda açlık ve kötü koşullara yenik düşerek can verdi, binlercesi Karadeniz'in azgın dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla engin sularda boğuldu, yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalandı. Karadeniz'deki Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Poti ve Batum gibi limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine bindirilen muhacirler, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Varna, Köstence ve İstanbul'a getirildi. Arşiv kayıtlarına göre, Kafkaslar'dan sürgün edilen insanların yüzde 30'una yakını, yolculuk tamamlanamadan öldü.

-KAFKAS HALKLARININ İKİNCİ SÜRGÜNÜ-

Kafkasya'da sürgünler 1864 yılıyla sınırlı kalmıyordu. 1864 sürgünüyle dünyaya savrulan Kafkasyalılar, tekrar ana vatanlarında toparlanma fırsatı bulamadan bu sefer 1943 ve 1944 yıllarında SSCB lideri Josef Stalin'in emriyle geniş çaplı bir sürgüne maruz bırakıldı. Bu sürgünde ise Kafkas halkları, asılsız bir şekilde II. Dünya Savaşı'nda Almanlarla iş birliği yapmakla suçlanıyordu.

-KARAÇAY BALKARLARIN SÜRGÜNÜ-

SSCB'ye bağlı Karaçay Özerk Bölgesi, 2 Kasım 1943'te Sovyet askerlerince kısa süre içinde boşaltıldı. Emirlere uymayan Türk kökenli bu halk, anında infaz edildi. Karaçay halkından 32 bin 929'u çocuk olmak üzere 63 bin kişi tıpkı diğer Kafkas halklarına yapıldığı gibi hayvan vagonlarına doldurularak Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'ın iç bölgelerine gönderildi. 8 Mart 1944'de ise Balkarlar, Karaçay halkının maruz kaldığı acı sürgünü yaşadı.

-ÇEÇEN VE İNGUŞLARIN SÜRGÜNÜ-

Kızılordu'nun 23 Şubat 1944'te Kızılordu'nun 26. kuruluş yıldönümünü şenliklerine davet edilen Çeçen ve aynı etnik kökene sahip olan İnguşlar, apar topar ve binlerce insanın ölümü pahasına Sibirya'ya sürüldü.

Sürgüne gönderilen her aileye, yanlarına almak için ancak 20 kilogram bagaj izni verildi, insanların tüm mal varlıklarına ve hayvanlarına el konuldu. Felaketin en büyüğü ise sürgün yolculuğunda gerçekleşti. Sürgün edilen insanların yüzde 20'si kötü hava koşulları ve açlıktan öldü. Ölüm Çeçen ve İnguşlar'ın yakasını yerleştirildikleri yeni yerlerde de bırakmadı. Gerek iklim gerek ağır çalışma koşulları ve bunlara bağlı salgın hastalıklar nedeniyle pek çok muhacir yaşamını yitirdi. Çeçen ve İnguş halkının sürgündeki nüfus kaybının yüzde 38 oranında olduğu kaydediliyor.

Sovyetler Birliği Yüksek Şurası, 9 Ocak 1957 yılında aldığı karar ile 1944 yılında topyekun sürgün edilen Çeçen ve İnguşların ana vatanlarına dönmelerine izin verdi. 7 Mart 1944 tarihinde lağvedilen ve toprakları çeşitli ülkelere paylaştırılan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ise 1957 yılında yeniden kuruldu. 1939 yılının resmi kayıtlarına göre 488 bin olan Çeçen-İnguşların nüfusu sürgünden sonra 200 bine kadar düştü. 1959 yılında ise Çeçen-İnguş Cumhuriyeti'ndeki tüm İnguş ve Çeçenlerin sayısı 311 binden ibaretti.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan'da Rus birlikleriyle yerel direnişçiler arasında savaş başladı. 1994-96 yılları arasında bir milyon civarında nüfusu olan Çeçenistan, bu savaşta yaklaşık 120 bin kurban verdi. 1999-2001 yılları arasında yaşanan ikinci savaşta ise 100 bin Çeçen öldü, 30 bin Çeçen ise sakat kaldı.

-KIRIM TATARLARININ SÜRGÜNÜ-

Stalin döneminde sürgün sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmadı. Sürgün kararından en çok etkilenen bir diğer halk ise Kırım Tatarlarıydı. 18 Mayıs 1944 gecesi başlayan sürgün furyası, 3 gün içinde 220 bin Kırım Tatarı'nın zorla yurtlarından koparılmasıyla sonuçlandı.

Orta Asya'nın ücra köşelerine götürülmek üzere ölüm katarlarına bindirilen Kırım Tatarlarının yüzde 42'si zor koşullara dayanamayarak ya da yapılan baskılar sonucu yaşamını yitirdi. Vatanlarına dönmek için çok yoğun bir mücadele veren Kırım Tatarları, hedeflerine ulaşmak için 1980'li yılları beklemek zorunda kaldı.

Yıllar sonra terk ettiği topraklarına gelen insanları başka bir hazin tablo bekliyordu. Kırım Tatarları yurtlarına döndükleri zaman evlerinin, iş yerlerinin ve topraklarının Ruslar ile Ukraynalılara dağıtıldığını gördü.

-AHISKALILARIN SÜRGÜNÜ-

Gürcistan'ın Ahıska bölgesinde yaşayan ve ''Osmanlı Türkleri'' olarak da bilinen Ahıskalılar, 14 Kasım 1944 yılında tarihin en acı olaylarından birini yaşadı. Aradan geçen 65 yıla rağmen Ahıskalılar, halen yurtlarına dönemedi. Anavatanlarından koparılan ve gittikleri yerde hayatta kalan Ahıskalıların torunları bugün Rusya Federasyonu, Özbekistan, Kazakistan, Türkiye, Ukrayna, Almanya, Fransa, İtalya ve ABD'de yaşamlarını sürdürüyor.

Stalin'in emriyle bir gece ansızın gelen haber üzerine doğup büyüdükleri vatanlarını zorla terk ettirilen Ahıska Türkleri, ''ölüm katarı'' olarak adlandırılan hayvan vagonlarına istiflenerek bir bilinmez yolculuğa çıktı. Sibirya'ya ve Sovyetlerin iç bölgelerine gönderilen yaklaşık 250 bin Ahıska Türkünün birçoğu yolda hastalıktan, açlıktan yaşamını yitirdi. Ayrı ayrı bölgelere dağıtılan Ahıska Türkleri yıllarca birbirinden haber alamadan yaşadı.

Özbekistan'da sürgün hayatı yaşayan Ahıskalılar, 1989 yılında ikinci büyük sürgün daha yaşadı. Fergana'da çıkan olaylarda yaklaşık 100 bin Ahıska Türkü ikinci vatan edindikleri Özbekistan'dan komşu ülkelere ve Rusya'nın Krasnodar bölgesi ile Ukrayna'ya göç etmek zorunda kaldı. Türkiye'de bir süre önce çıkarılan yasa ile Ahıskalıların Türk vatandaşlığına geçişi kolaylaştırıldı.

1944'de sürgün edilen Kafkas halklarından hiçbir şekilde yurtlarına dönüş yapamayanlar ise Ahıskalılar oldu. Gürcistan, Avrupa Konseyi'ne kabul edilirken Ahıskalıların yeniden kendi vatanlarına yerleştirilmesi konusunda taahhüt altına girdi, ancak bugüne kadar verilen sözler yerine getirilmedi.

-KARABAĞ'IN ''KAÇGINLARI''-

Ermenistan'ın Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ bölgesini 1992-94 yıllarında yaşanan savaşta işgaliyle başlayan süreçte en çok zarar gören, sivil halk oldu. İşgale uğrayan topraklarından kaçan yaklaşık 1 milyon Azeri Türkü, halen zor koşullar altında Azerbaycan'ın çeşitli vilayetlerinde yaşamlarını sürdürüyor.

DUNYANIN GORMEDIGI SURGUNLER (2)

24 Nisanda Ermenilerin soykirim iddialariyla dunya gundemini mesgul ederken, ''dunyanin gormedigi'' veya ''gormek istemedigi'' surgunleri Turkiye ve dunya gundemine tasimak amaciyla haber hazirladim. Bircok kaynaktan derleyerek hazirladigim bu haberi bugun Anadolu Ajansi olarak yayina verdik.

Ancak haberimi hazirlarken Rumeli'den goclerle ilgili cok celiskili
rakamlarla karsilastim. Keske bu konuda daha derli toplu bilgiler olmus
olsaydi.

Saygilarimla,


Omer CETRES

DUNYANIN GORMEDIGI SURGUNLER (2)

-BIRINCI DUNYA SAVASI ONCESI VE SONRASINDA

KAFKASLAR VE BALKANLARDA YASAYAN MILYONLARCA

MUSLUMAN HALK, ANAYURTLARINDAN SURGUN EDILDI

-BALKANLARIN OSMANLI'NIN ELINDEN CIKMASIYLA

SIRBISTAN,BULGARISTAN, ROMANYA, YUNANISTAN,

MAKEDONYA VE KOSOVA'DAN 3.5 MILYONA YAKIN

TURK VE AKRABA TOPLULUK, ANADOLU'YA GOC ETMEK

ZORUNDA KALDI

-ANAYURTLARINDAN MALLARINI BIRAKARAK KACAN

INSANLARIN BIRCOGU YOLLARDA ACLIK VE HASTALIKTAN

YASAMINI YITIRDI, O TOPRAKLARDA KALANLAR ISE

YILLARCA ASIMILASYONA MARUZ KALDI


ANKARA (A.A) - 21.04.2009 - Omer Cetres - Uskup, Kalkandelen, Manastir, Ohri, Selanik, Saraybosna, Prizren, Sumnu, Varna, Deliorman, Belgrad, Sancak... Rumeli Turklerinin ''cil cil kubbeleriyle'' geride birakip gelmek zorunda kaldiklari sehirlerden sadece birkaciydi.

Rumeli Turkleri, ayri bir ani, ayri bir aci, ayri bir ozlemle terk edilmeye zorlanmisti ecdat yadigari topraklari....

Sehzade Suleyman Pasa'nin 1352 yilinda Rumeli'ye gecisi ve art arda devam eden fetihlerle Osmanli, kisa surede Balkanlarin tek hakimi haline geldi. Turklerin Rumeli'ne yerlestirilmesi ve bolgenin yerli halklari olan Arnavutlarla, Bosnaklarin da Islam'i secmesi Balkan cografyasini ikinci bir Anadolu yapti. YaklasIk 500 yil idaresi altinda yasadiklari Osmanli'nin zayiflamasiyla birlikte bu bolgede yasayan Turkler ve Musluman halklari da zor gunler bekliyordu. 1912 yilinda yapilan 1. Balkan Savasi'nin kaybedilmesiyle de elden cikan topraklardan milyonlarca Turk, Bosnak ve Arnavut, Anadolu'ya goc etmek zorunda birakildi. Goc etme imkani bulamayanlar ise kaldiklari cografyada cesitli asimilasyonlara maruz kaldi.

Goclerin en aci yani ise 500 yili askin Osmanli idaresinde kalan cografyadaki Turk sehir mimarisinin en guzel ornekleri olan eserlerin yok edilmesi oldu. Osmanli'nin 15 bin 787 mimari yapi insa ettigi Balkanlar'da goclerle birlikte bu tarihi eserler de sahipsiz kaldi. Osmanli'nin izlerini yok etme pahasina bircok tarihi cami, han, hamam yikildi, geri kalan bir cok tarihi eser ise aslindan uzak gorunumle restore edilip amaci disinda kullanildi.

-BALKANLARDAN ILK GOCLER SIRBISTAN'DAN BASLADI-

Balkanlardan Anadolu’ya gocun ilk donemi, 1804 yilinda Sirp isyani ile basladi. 1804'te isyan eden Sirplarin siddet hareketleri sirasinda, Semendire'ye bagli yerlerde Turklere karsi girisilen katliamdan kacanlar, Rumeli ve Bosna-Hersek'e goc etti. 1826'da yapilan Akkerman Antlasmasi ile 150 bin Turk, Sirbistan'dan goc etmek zorunda kaldi. 1867 yilinda Sirplarin zulmunden kacan 150 bin civarinda Bosnak da Turklerle birlikte Anadolu’ya goc etti. Yine 1908-23 yillari arasinda 300 bin, 1923–33 yillari arasinda da 350 bin Turk Sirbistan'dan goc etti. Goc edenlerin bir kismi ise yollarda hastalik ve acliktan oldu.

-YUNANISTAN'DAN GOCLER-

Yunanistan'dan Turkiye'ye ilk gocler 1820 yilinda Mora isyanindan sonra basladi.

Avrupa'dan gelen gonullu askerlerle Rum ceteciler, Teselya ve Ege adalari ile Mora'da oturan Turk ve Musluman halka zulmetmeye basladi ve 32 bin Musluman Turku oldurdu. Rusya ile Ingiltere arasinda yapilan anlasma ile 1826 yilinda bagimsiz Yunan devleti kuruldu ve Musluman halki Yunanistan'dan cikarma karari alindi. Bu kararla birlikte Turkler yuzyillarca yasadiklari cografyadan surgun edilmeye baslandi.

Mora'nin ardindan Girit'te de 1864 yilinda Rumlarin sivil Turk halkina karsi katliamlara girismesi uzerine, bu bolgeden Anadolu'ya ve Istanbul'a 60 bin kisi goc etti. Birinci Dunya Savasi'ndan sonra da Yunanistan'daki Turklerden bir kismi, Anadolu'ya kacmak zorunda kaldi. Kurtulus Savasi'ni takip eden Lozan Antlasmasi hukumlerine gore yapilan mubadelede ise Turkiye'ye 1923-1933 yillari arasinda 384 bin kisi geldi.

Yunanistan'dan gocler, 1934-1960 arasinda da devam etti. Bu tarihlerde 23 bin 788 kisi Turkiye'ye geldi. 1960-1970 arasinda ise 20 bin kisi Yunanistan'dan Turkiye'ye yerlesti.

-BULGARISTAN-

Ruslarin 1828'de Tuna'yi asarak Edirne'ye kadar gelmesi ve Bulgarlari Turklerin uzerine saldirtmasi sonucu 30 bin Turk, Anadolu'ya goc etti. 1876'da Rusya, Almanya ve Avusturya tarafindan Balkanlar bolundu. Avusturya, Bosna-Hersek'i aldi, ayrica Bulgarlar ve Sirplara, Rusya himayesinde bagimsizlik verildi.

Ayni yil Bulgarlar, Turklere karsi siddet hareketlerine giristi. Buradaki Turkleri korumakla gorevli Turk ordusunun hareketi, Avrupa devletlerinin mudahalesiyle durduruldu. Binlerce Turk, Edirne, Istanbul ve Anadolu'ya goc etti. 1877-78 Osmanli-Rus Savasi'ndan sonra yapilan Berlin Antlasmasi ile Bulgaristan devletinin kurulmasi kabul edildi. Bu durum, Bulgaristan'daki Turkler icin kotu sonuclar dogurdu. 1876-1878 yillari arasinda 200 bin Turk, Edirne ve civarina yerlesti. Sonraki yillarda ise 300 bin gocmen, Rumeli'den Anadolu'ya gecti. Kuzey Bulgaristan'dan goc eden bir kisim Turk ise Rodoplar'da ugradiklari silahli saldirilarda agir kayiplar vererek Turkiye'ye gelebildi. Bu tarihlerde Dogu ve Bati Trakya ile Istanbul'un her yeri gocmenlerle doldu. Osmanli bu gocmenlerin iskani konusunda buyuk zorluklar yasadi.

Arsivlerde, 1885-1923 yillari arasinda Bulgaristan'dan Turkiye'ye 500 bin kisinin goc ettigi belirtiliyor. 1923-1933 yillari arasinda ise goc edenlerin sayisi 101 bin civarindadir. Yine Bulgaristan'dan 1934-1960 arasinda 272 bin 971 kisi, 1968-79 yillari arasinda da Bulgaristan'dan Turkiye'ye 116 bin 521 kisi Turkiye'ye goc etti.

Bulgaristan’dan son goc hareketi ise 1989 yilinda Bulgar hukumeti tarafindan burada yasayan Turklerin Turkiye'ye goce zorlanmalari ile baslatildi. Gocmenler kitleler halinde trenlerle Turk sinirina birakildi. Boylece Turkiye, II. Dunya Savasi'ndan sonra Avrupa'da gorulen en yogun ve zorunlu goc akimini yaklasIk uc aylik bir sure icinde kabul etmek durumunda kaldi. Bu donemde 64 bin 295 aileye mensup 226 bin 863 kisi serbest gocmen olarak Turkiye'ye geldi. Bu tarihten itibaren 1995 yilina kadar da aralikli olarak gelen serbest gocmenlerin sayisi 73 bin 957 kisiye ulasti.

Butun bu goclere ragmen bugun Bulgaristan'da halen 1 milyonun ustunde Turk bulunuyor.

-ROMANYA-

Romanya topraklari, Osmanli Imparatorlugu idaresindeyken, Besarabya ve Kirim'dan on binlerce Turk buraya yerlesti. 1806-1812 Osmanli-Rus savaslarinda, Rus ordularinin Tuna'yi asarak Sumnu'ya kadar ilerlemesi uzerine bu bolgede yasayan Turkler goce zorlandi. Sumnu ve Dobruca civarindan, 1812 yilindan sonra 200 bin Turk, Anadolu'ya goc ederek basta Eskisehir olmak uzere cesitli bolgelere yerlestirildi.

1877-1878 Osmanli-Rus Savasindan sonra Besarabya'nin Ruslarin eline gecmesi Dobruca'nin ise Rumenlere birakilmasi uzerine Turklerin gocu yeniden basladi. O yillarda Dobruca'dan 80 bin civarinda Turk, yurtlarini terk ederek Anadolu'ya yerlesti. 1923'ten sonra, Dobruca'dan yeni gocler basladi. 1923-1933 arasinda 33 bin 852 kisi goc etti. 1934-1960 yillari arasinda ise Romanya'dan goc edenlerin sayisi 87 bin 476'ya ulasti.

-YUGOSLAVYA-

Yugoslavya'dan Turkiye'ye Cumhuriyet doneminde toplam 77 bin 431 aileye mensup 305 bin 158 kisi goc ettigi, resmi kayitlarda yer aliyor.

Yugoslavya idaresinin baskilari sonucu 1946-1968 ve 1971 yillarini kapsayan goclerde ozellikle Uskup, Prizren ve Sancak bolgesinde yasayan Turk, Bosnak ve Arnavutlar, evlerini ve mallarini cuzi fiyatlara satarak Turkiye'ye gelmek zorunda birakildi.

(OMR-SU)

Hayri DEMIROVSKI ile soylesi...

Hayri (Hajri ) Demirovski 83 yasinda dunyalar tatlisi bir adam. Hayati macera dolu. 2. dunya savasinda nazilerle savasmis ve yaralanmis bir partizan. Tito'ya derin bir sevgi besleyen baris adami. Bestekar, sarkici, ressam, berber(en cok burasi ilginc) ve baska neler yok ki ozellikleri icerisinde.
Bu aralar surekli diyeliz belasi ile ugrasmakta. Yine diyalize gitmesinin ardindan ziyaret ettik evini . Aslinda 30 dk. sozu vermislerdi cunku Hayri bey cok yorgundu. Ancak balkanlardan gelen sicak hava dalgasini gorunce gozleri bir anda parlayiverdi. Balkanskidom ekibi olarak bize cok lezzetli bir gun yasatti.
Balkanskidom'un Hajri Demirovski ile yaptigi soylesi.
 
 
ŠARENALAŽA; Kimdir Hayri Demirovski?
 
HAYRI DEMIROVSKI; 1926 Manastir dogumluyum. Yugoslavya’da yasarken asil ismim Ajri Demirovski’ydi. Turkiye’ye 1954’te goctuk. Soyadi kanunuyla degisen ismim Hayrettin Onder oldu. Askerligimi ve mekteplerimi orada tamamladim.
 
ŠARENALAŽA; Sanatci kimliginizden once egitim hayatinizi dinlemek istiyoruz. Ozellikle de berberlik hikayenizi.
 
HAYRI DEMIROVSKI; Bu hikâyeyi cok severim (guluyor). Matbaacilik okuluna gitmeden evvel liseyi bitirmemistim. O zamanki aklimla gelecege dair endiseler kuruyordum. Mutlaka kolumda bir altin bilezigim olsun istiyordum. Dag basina bile gitsem ac kalmayacak bir meslegim olmaliydi. Derken berberlik kurslarina katildim ve ayiptir soylemesi cok iyi bir berber oldum.. Zaten hayat felsefem yaptigim sey ne olursa olsun en iyisini yapmak zorunda birakmistir beni. Oyle ki kimsenin beni elestirmesine tahammulum olmazdi.. Allah’a cok sukur yuzum yere hic egilmedi. Nitekim seneler sonra savaslardan oturu issiz kaldigimda meslegime geri dondum. O bilezigi her zaman gururla kolumda tasidim.
 
ŠARENALAŽA; Peki Matbaacilik?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Genclik teskilatindaydim, beni Zagreb’e yolladilar. Balkanlar’da ilk kurulan Yuksek Matbaacilik okulunda egitim gordum. Uzun zaman da orada kaldim. Okulumuz uc yillikti ama ben bir senede mezun oldum.
 
ŠARENALAŽA; Balkanlarin ilk matbaacilik okulundan bir yilda mezun olmak cok muhim olsa gerek. Nasil oldu bu?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Bu cok onemli bir olaydi hayatimda. Okulumuzda alti yuz tane ogrenci vardi. Hirvat, Sirp, Bosnak, Makedon ya da bayan olmasi gozetmeksizin kardesce egitimimizi gorduk. Bir yilin sonunda bir sinav gerceklestirildi ve ben birinci olarak tamamladim. Sahip oldugum diplomada butun profesorlerimin imzasi mevcuttur. Acikcasi Tito’ya minnettariz. O olmasaydi Yugoslavya egitimden bihaber cehalet icinde kalirdi.
 
ŠARENALAŽA; Tito’ya gelmeden once kariyerinizle alakali ogrenmek istedigimiz cok sey var. Yuksek Matbaaciliktan sonra neler oldu?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Evet. Sanat, her zaman tutkum oldu. Yaptigim calismalar Turkiye’de bircok onemli isimle calismama olanak sagladi.
 
ŠARENALAŽA; Turkiye’ye geldiginizde mi resim yapmaya basladiniz?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Hayir. Ama Turkiye’ye goc ettigimizde ilk Eyup semtine gelmistik. Bir berber dukkâni actim. Belediyelerin kirmizi tabelalarini asiyorlardi. Ben de yaptirmak icin bir tabelaciya gittim baktim 10 lira istiyor (benim 2 gunlugum kadar para ) basladim resim yapmaya.. Gunde bes liraya yapmaya basladim. Sonra film afisleri, kitap kapaklari, lobiler, kaligrafiler derken matbaalari tanidim. Sonra dergi cikardim. O zamanlar Akbaba dergisinin tiraji 11 bindi. Benim dergim (Salata) 60 bin. Zamanla artti ve 150 bine ulasti. Birkac ay sonra Hurriyet grubu Girgir dergisini yayinladi. Beni cagirdilar ve “Hayri agabey artik senin dergini dagitmayacagiz” dediler. Girgir’a rakipmisim. Bes yuz bin lira tazminatimi odemediler bende kapattim. Rifat Ilgaz’in Hababam sinifinin ilk kitaplarini basan bendim. Kandemir Konduk o zaman cok zor durumdaydi. Cok iyi bir adamdi. Mujdat Gezen, Altan Erbulak ayni dergide calistik. Kandemir Konduk… Herkes bende calisiyordu. O zaman hic biri meshur degildi. Velettiler daha o zaman.
Kandemir Konduk iclerinde farkliydi ne konu verirsen ciziyordu. Kandemir buyuk kabiliyetti. Cok yaraticiydi. Sonra baya meshur oldu. Simdi kendini alkole vermis cok uzuluyorum.
 
ŠARENALAŽA; Yugoslavya’da cok populer bir sanatci oldunuz. Bu hikâyede enteresan anekdotlar biliyoruz. Mesela Milli mars olmayi hak eden parcaniz “Bitola moj roden kraj” var. Ancak bizim sizi tanimamiz sizin acinizdan bu kadar kolay olmadi degil mi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Evet (guluyor). Kucuk yastan beri akordeon caliyordum. Muzik egitimi hic almadim. Halen nota bilmem. Sevdalinka gecelerimiz olurdu. Beni oraya davet ederlerdi. Calip soylerdim. Makedoncayi ve Hirvatcayi, Slovenceyi ana dilim gibi konusurum. Dile her zaman yatkindim. Allah vergisi oldugunu dusunuyorum. Bir gun Manastir radyosunun Makedonca sarki soyleyen gencler aradigini duyduk. Tanidiklarim gitmem icin israr ettiler. Sirada bekleyen bir suru Makedon sanatci ve sanatci adayi vardi. Her birini sirayla iceri aliyor, soyleyecegi sarkiyi dinliyor ve disari yolluyorlardi. O kadar Makedon ismin arasinda sira bana geldiginde ismimi anons eden adam Ajri Demirovski dedikten sonra “biz Turk degil Makedon ariyoruz” diye cikisti. Ona Makedonca soyleyebilecegimi soyledigimde beni kucumsedigini hatirliyorum. Elestiriye kapali biri olarak yuzunde yakaladigim o kucumseme beni icten ice kizdiriyordu. Birde gencim, kanim deli akiyor (guluyor)! Sahsima hakaret edildigini dusundum. Baska bir sarki hazirlamistim ama hal boyle olunca eski ve meshur bir sarkiyi seslendirdim.
 
ŠARENALAŽA; O sarkiyi hatirliyor musunuz?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Hatirlamaz miyim?
 
ŠARENALAŽA; Biraz mirildanir misiniz?
 
HAYRI DEMIROVSKI; ( ……………………………………………………………… Pase Turski diye gidiyor ....(oldukca eski olan bu sarkiyi Edito da ben de bir turlu cikartamadik  )
 
ŠARENALAŽA; Peki yarismada neler oldu?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Juri birinci kupleden sonra orkestrayi durdu. Sasakalmis bicimde yanima dogru yurudu ve alnimdan optu. Az onceki davranisi yuzunden ozurler diledi. Bir Turk’un bu kadar iyi Makedonca konusabildigini dusunememisti. Hakliydi da. Boylece beni radyoya aldilar ve sarki soylemeye basladim. Radyoda benden daha kidemli sanatcilar vardi. Hepsi cok iyiydi. Oncelikle Makedonlardi. Bir de aralarinda ben (guluyor). Haftada iki gun program yapiyordum. Kendime bir repertuar hazirliyorum tam seslendirecegim repertuarim digerlerinden biriyle mutlaka cakisiyordu. En yeni ben oldugum icin populer parcalari seslendirmeye pek yerim kalmiyordu. Petra’lar, Vetra’lar, Monica’lar cayir cayir soylerken bana kala kala eski sarkilar kaliyordu.
 
ŠARENALAŽA; Nasil ilerleyebildiniz bu aksakliklar icinde?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Bir yenilige ihtiyacim vardi. Bende oturup bir sarki yazdim. Hem Turkce hem Makedonca okuyacaktim. Sozleri soyleydi; “Sevdim seni alamadim, ben sana more doyamadim”. Parcayi Ilk okudugumda herkes nereden buldugumu sordu. Beste benimdi ama alayliydim o yuzden kimseye kendim yaptim diyemezdim. Inanmazlar ya da alay ederler diye korkuyordum. Her Cumartesi istek gunuydu radyoda. Yaptigim parca neredeyse en cok istek alan parca olmustu. O ivmeyle birkac tane daha yapiverdim. Ajri ne soylerse herkes begendi. Ufak ufak taninmaya basladim. Bestelerimi soran herkese “bilmem ne koyunden bir kadindan-bir erkekten aldim” diye yalan soyledim. (guluyor)
 
ŠARENALAŽA; Ne zamana kadar sakladiniz yeteneginizi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Makedon tiyatrosunun onunde kurtulus gunu icin yapilacak festivale kadar… Buyuk bir konser verilecekti. Artik epey populer sayiliyordum. Tiyatronun muduru vardi genc bir adam. Ona itiraf ettim ilk. Simdiye kadar bestelerimi kendi basima icra ettigimi ve artik yalan soylemeyecegimi soyledim. Cok sasirmasina ragmen beni yureklendirmekten sakinmadi. O konserde “Bitola moja roden kraj” adli eserimi seslendirdim. Herkes buyulendi. O tarihten beride besteci oldugum icin utanmaktan vazgectim. Boylece ilerledim. Iste bu sarki mars oldu.
 
ŠARENALAŽA; Yaptiginiz her iste basarili olmussunuz. Tebrik ederiz. Gelelim 1950’lerin Yugoslavya’sina. Bir kesim mesela Sancak tarafi Tito’yu cok sever ama Uskup tarafi lanet olsun der. Bu durumu nasil degerlendiriyorsunuz?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Arnavut’lara sorsaniz iyi degildi, Torbesler’de iyi degildi derler. Ozbeoz Yoruk’um ben, yani Turk’um. Krallik zamanini yasadim, savasi gordum. Gazi oldum. Tito zamani cok guzeldi. Ama Jadranka’yla evlendikten sonra her sey mahvoldu diyebilirim. Bunlardan ziyade Tito kalem tutmayan hicbir el birakmadi. Irk, dil, din ayirt etmeksizin herkesi egitime surukledi. Hakkini kimse yiyemez. Turk dedigimiz bolgede sefalet vardi. Zorla egitti onlari. Onlari kooperatife soktu. Bir tek doktor bile yoktu orada. Simdi sorsaniz “gâvur” derler. Bence ayip. Gunahtir… Tito, bize topragin bolunemeyecegini ogretti. Herkesi esit kildi. Onun devrettigi bayragi tasiyamadi Yugoslavya ve kendi arasinda bolundu. Tarihimiz olarak utanc duymaliyiz.
 
ŠARENALAŽA; Tito sevildi, sevilmedi ama 30-35 senelik bir Yugoslavya vardi ve parcalandi. Bosna savasi yasandi. Oradan 1954’te Turkiye’ye gelip Turkiye’den bakan bir Turk olarak, her seyden once insan olarak savas hakkinda ne dusundugunuzu sormak istiyorum.
 
HAYRI DEMIROVSKI; Ben muhlis bir insanim. Din, dil, irk benim icin fark etmez. Hepsini Allah yaratmistir. Eger Allaha inaniyorsak nasil sorgulariz onu? Benim mantigim almiyor. Tasi, kusu, tilkiyi de Allah yaratti. Almanlarin o kamplarini gordum. En cins, en yakisIkli erkekleri, en saglam kadinlari toplamislardi. “SS” kamplari buradan dogmustur. Bunlar ana, kardas bilmezlerdi. Ozel yetistirilmislerdi, robot gibiydiler. Makineleri ceker “heil Hitler” diyerek tararlardi yuz kisiyi. Anasi Rum, babasi Yahudi, anasi Turk ya da bilmem ne ama sirim gibi genclerdi. Cok kaliteliydiler. Duygulari alinmis gibiydiler. Milosevic bu insanlar araciligiyla eskiden kardes olan Sirp’i Bosnaga karsi savastirdi. Tito’dan bize kalan en onemli olgu “hepimizin Yugoslav” olduguydu. Bizim okulda her yerden ogrenci vardi, kadin erkek… Hepimiz birdik. Ayirt edilmiyorduk. Bosnak Sirp’la evlenmis, Hirvat deseniz oyle. Sonra bu birligi parcalamak isteyen fasist zihniyetler aslinda Tito’ya karsiydilar. Onlara Cetnik deniyor. Ustaseler ve Cetnikler. Tito oldukten sonra Milosevic idareyi ele aldi ve Kosova savasi cikti. Maksadi Yugoslavya’yi parcalamakti.. Almanlari karistirdi isin icine. Yazik oldu Yugoslavya’ya. . Cok kirici bir olaydir Bosna savasi.
 
ŠARENALAŽA; Bosnaklar hakkinda ne dusunuyorsunuz? Balkanlar parcalandi ve herkes eskiye gore farkli yasiyor. Sizce bu durum bir gun duzelir mi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Amerikalilar istedigini yapiyorlar. Ekonomi onlarin elinde. Afrika’si da, Iran’i da, herkes Amerika’nin diledigi sistemde yasiyor ya da oluyor. Butun ulkeler Amerika’ya karsi zayif. Eski Yugoslavya adina hicbir seyin duzelecegini sanmiyorum. Olan bize oldu. Kokten dincilik aldi yurudu.
 
ŠARENALAŽA; Genclik teskilatindayken Alman’lara karsi savastiniz degil mi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Evet partizandim (guluyor)
 
ŠARENALAŽA; Bircok yerde yasamis biri olarak 50’lerin Yugoslavya’sinda en begendiginiz sehir hangisiydi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Bence Zagreb’den daha guzel yer yoktu. Asagi Zagreb’de kultur duzeyi yuksek bir sosyolojik popularite, ust Zagreb’de ise ust tabaka aileler. Inanilmaz bir yerdi. Zagreb’de cok anim var. Tasini, topragini soluyarak olunebilir orada. En kulturlu millet Hirvat’lardir. Slovenlerde kulturludur ama egoisttir, sovenisttir. Bosnaklar ise aristokrattir. Humanisttir...
 
ŠARENALAŽA; YaklasIk 45 senedir Turkiye’de yasiyorsunuz. 2000 senesinden beri Izmir’e yerlestiniz. Ozel bir sebebi var mi?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Burayi seviyorum. Sakin (guluyor)
 
ŠARENALAŽA; Manastir’a birkac kez gittiniz. Neler hissettiniz? Savastan once ve savastan sonra ne farkliliklar gordunuz?
 
HAYRI DEMIROVSKI; Kelimelerle anlatmak mumkun degil. O yuzden sarki yazarak anlatmaya calistim. Elveda Rumeli adli dizide yayinlandi. “Manastir dogum yerim”
 
ŠARENALAŽA; Soylesiniz icin cok tesekkur ederiz. Yorgun olmaniza ragmen bizi kirmadiniz.
 
HAYRI DEMIROVSKI; Kapim her zaman acik Cevat Kardeş

15 Nisan 2009 Çarşamba

BULGARISTAN TURKLERINE TARIHSEL VE GUNCEL BAKIS

BULGARISTAN TURKLERINE TARIHSEL VE GUNCEL BAKIS

HISTORICAL & CURRENT VIEW TO THE TURKS OF BULGARIA

Kader Ozlem

Ozet: Osmanli Devleti’nin Balkanlar’dan cekilisiyle birlikte geride onemli oranda bir Turk azinlik kalmisti. Bulgaristan’daki Turk azinligin haklari ikili ve cok tarafli antlasmalarla guvence altina alinmissa da, 1877–1878 Osmanli-Rus Savasi ile baslayan ve 1989’da Bulgaristan’daki sosyalist sistemin yikilisina kadar gecen sure zarfinda ulkedeki Turk azinliga yonelik cesitli asimilasyon politikalari uygulanmis ve Turk nufus goce zorlanmistir. Soguk savas doneminin bitimiyle birlikte Bulgaristan’da bir donusum sureci gerceklesmistir. Bu surecte, Bulgaristan’da demokratik sistem tesis edilmis ve Turk azinlik Bulgaristan siyasi yasamina girmistir. Bulgaristan Turkleri ulke siyasetinde kilit konumuna gelirlerken; gecen 20 yila karsin Turk azinligin sorunlari genel anlamda cozulememistir. Calismanin amaci, Bulgaristan’daki Turk azinligin durumunu tarihsel ve guncel bir perspektiften ele almaktir.

Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Turk Azinlik, Goc, Asimilasyon, Sorunlar.

Abstract: By the falling back of Ottoman Empire from Balkans, there stayed an important populated Turkish minority rearward. Even if the rights of Turkish minority in Bulgaria had been guaranteed by bilateral and multilateral treaties, various assimilation policies aimed at Turkish minority were applied during the time, starting from Ottoman-Russia War (1877-1878) and lasting to the collapse of socialist system in Bulgaria in 1989 and also Turkish population was forced to immigration. A transformation process has become true in Bulgaria by the end of Cold War period. In this process, the democratic system has been established in Bulgaria and Turkish minority has entered the political life of the country. Whereas Turks of Bulgaria has become a lock position in that country’s politics; in spite of passing 20 years, the problems of Turkish minority have not been able to solve yet in general meaning. The purpose of this article is to examine the situation Turkish minority in Bulgaria from historical and actual perspective.

Keywords: Bulgaria, Turkish Minority, Immigration, Assimilation, Problems.

Tarihsel Alt Yapi
Osmanli Devleti’nin bolgesel bir guc olmaktan cikip cihan devleti olma stratejisindeki en onemli parametreyi Balkan cografyasi olusturmaktaydi. Devlet otoritesinin bolgedeki etkisinin ve kaliciliginin sistematik olarak gerceklesecek bir Iskân Siyaseti’nin varligina bagli olmasi, Anadolu’dan Rumeli’ye kitlesel goc hareketlerinin temelini olusturmustu. Bu siyaset sayesinde bolgedeki demografik dengeler Turk ve Musluman unsurlarin lehine cevrilirken; Bulgaristan ornekleminde de ayni sonucla karsilasilmaktadir..
Balkanlarin Osmanli Devleti’nin elinden cikmasiyla bolgedeki Evlad-i Fatihân’lar bulunduklari topraklarda azinlik durumuna dusmuslerdi. 1878 Berlin Antlasmasi ile Bulgaristan’daki Turkler de ayni kaderi yasamislar ve bir zamanlar yonettikleri topraklarda azinlik grubu olmuslardi. Bulgaristan Turkleri icin 1878’den gunumuze gelinen surecte degismeyen tek olgu goc ve asimilasyon olmustur.

Tarihsel surec icerisinde Bulgaristan Turklerini 4 ana grupta toplamak mumkundur:
— Bulgar Prensligi Doneminde Bulgaristan Turkleri (1877–1908)
— Krallik ve Cesitli Parti Iktidarlari Doneminde Bulgaristan Turkleri (1908–1944)
— Komunist Yonetim Doneminde Bulgaristan Turkleri (1944–1989)
— Demokratik Donemde Bulgaristan Turkleri (1989-…)

93 Harbi’nde Ruslarla birlikte hareket eden Bulgarlar, savas sonrasinda imzalanan Berlin Antlasmasi ile birlikte ozerk bir prenslik haline gelirken; bu tarihten itibaren Balkanlarda Rusya’nin uydusu haline gelmis ve Panslavizm’in en hararetli savunucusu olmustur.
“Irklar ve Yok Etme Savasi” olarak da nitelenen 1877-78 Osmanli-Rus Savasi, McCarthy’nin tespitlerine gore, 1.253.500 kisiyi muhacir durumuna dusurmustur. Bunun yani sira, cok sayida Turk ve Musluman sivil, cesitli katliamlarin hedefi haline gelmis ve 93 Harbi esnasinda Balkanlar’daki Turk-Islam kultur mirasinda onemli tahribatlar olusmustur. 93 Harbi sonrasinda gerceklesen goc ile birlikte Bulgaristan Turklerinin ileri gelenlerinin, aydin ve zengin kesiminin Anadolu topraklarina goc etmesi, geride cahil ve fakir bir Turk koylu nufusu birakmistir. Bu gelismenin dogal bir sonucu olarak, Bulgaristan Turkleri bassiz bir govde olarak hareket etmek zorunda kalmisti. Berlin Antlasmasi Bulgar Prensligi’nin tescili olurken; soz konusu antlasma iceriginde ulkedeki azinligi tanimlamaya yonelik “Turk” ifadesinin kullanildigi gorulmekte ve o donem Bulgaristan Anayasasinda Turklerin tipki Bulgarlar gibi her turlu medeni ve siyasal haktan yararlanmalari ongorulmustur. Ancak antlasma hukumleri sadece kâgit uzerinde kalmistir.

30 yil Osmanli Devleti’ne vergi veren ozerk bir yonetimin ardindan 1908 yilinda bagimsizligini ilan eden Bulgaristan, 1909’da Osmanli yonetimi ile Istanbul’da bir protokol tesis ederek resmen taninmis oluyordu. Soz konusu Protokol ve buna binaen imzalanan Sozlesme Bulgaristan’daki Turk azinligin durumuna yonelik hususlari da icermekteydi. Protokol ile birlikte, Bulgaristan’daki Turk azinligin her turlu medeni ve siyasi haklardan faydalanabilecegi, ayni sekilde hak esitligine, din ve mezhep hurriyetine sahip olabilecegi teyit edilirken; Turklerin okullarini, cami veya mescitlerini koruyup yasatabilecekleri vurgulanmistir. Yine protokol kapsaminda ulke sinirlari icerisindeki Turk-Islam kulturune ait eserler Bulgaristan’in ulusal yetkisi dâhilinde cozebilecegi bir sorun olmaktan cikip Devletler Hukuku ile guvence altina alinmistir. Boylece Osmanli yonetiminin, Bulgaristan’daki Turk azinlik ve Turk- Islam kulturune ait eserler uzerinde hak sahibi oldugu acikliga kavusmustur.

1912–1913 Balkan Savaslari Osmanli Devleti’nin Balkanlar’la toprak sahibi olma baglaminda artik bir baginin kalmadiginin tescili olmus ve bolgedeki Turk nufus acisindan baski, zulum ve goc olgusu yeniden kendisini gostermistir. Savas sonunda Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile Kircali, Kosukavak, Mestanli gibi nufusunun tamamina yakini Turk olan yerlesim yerleri Bulgaristan’a birakilmistir. Bolge halkinin farkli devletlerin hâkimiyetine olan yabanciligindan dolayi bu donemde isyan ederek tarihteki ilk Turk Cumhuriyeti’ni (Bati Trakya Turk Cumhuriyeti 1913) kurmuslardir.

1. Dunya Savasi’nda ayni tarafta savasan Osmanli Devleti ve Bulgaristan arasindaki iliskiler ulkedeki Turk azinlik uzerinde olumlu etkilere yol acmistir. Savasin sonunda Bulgaristan’in kaybeden bir aktor olarak Neuilly Antlasmasi’ni imzalamasi Turk azinligin durumuna ve haklarina iliskin Bulgaristan’a ayri bir yukumluluk getirmistir.
Neuilly Antlasmasi’nin IV. bolum duzenlemelerine gore;
—Bulgar Devleti din, dil, irk ve milliyet ayrimi gozetmeyecek,
—Topraklarinda yasayan azinliklara tam esitlik saglayacak,
—Bulgaristan’daki azinlik gruplari dini vecibelerini serbestce yerine getirme hurriyetine sahip olurlarken; tipki bir Bulgar fert gibi medeni ve siyasal haklarin kullanilmasi baglaminda ayrima tabi tutulmayacak,
—Azinliklar, devlet memurluguna girebilecekler, istedikleri meslegi veya zanaati secebilecekler,
—Ayrica, azinliklar egitim-ogretim kurumlari, dini ve sosyal kurumlar acabilecekler, bunlari denetleyip yonetebilecekler ve ayni zamanda bu kurum ve kuruluslarda kendi dillerini ozgurce kullanabileceklerdi.

Iki savas arasindaki 20 yillik donem Bulgaristan icin siddet ve darbelerle anilir hale gelmistir. Alexandr Stambolyski zamaninda altin caglarini yasayan Bulgaristan Turkleri, Neuilly, Lozan ve 1925 Turk-Bulgar Dostluk Antlasmalariyla koruma altina alinmislardir. Ancak, Ciftci Partisi’nden sonra iktidara gelen Fasist hukumetler doneminde Turklere yonelik baski unsurlari artmistir. Genel olarak denilebilir ki, farkli sebeplere dayanilarak 1913–1934 yillari arasinda ortalama olarak her yil 10–12 bin Turk Anadolu’ya goc etmistir. Aganoglu’nun tespitlerine gore ise, 1923–1939 yillari arasinda Bulgaristan’dan Anadolu’ya dogru gerceklesen goc hareketine 198.688 kisi katilmis olup, ortalama olarak yil basina 17.000 kisi etmektedir.

Bulgaristan Turklerinin egemenliginde bulunan devlete bagli kalma anlayisinin en somut ornegi, 2. Dunya Savasi esnasinda gorulmustur. “Sivil itaatsizlik” gostermeyen ulkedeki Turk azinlik, Bulgaristan’in savasa girdigi donemlerde Turkler de “ordunun alt kademelerinde” yerini almistir.. Genel anlamda, Turk ve Bulgar halklari arasinda Osmanli doneminden beri dostluk, hosgoru ve baris ortami hâkim olurken; temel sIkinti Bulgaristan’daki siyasi rejimlerden kaynaklanmistir.

1944 yilinda Bulgaristan’da komunist sistemin tesisi ile birlikte ulkedeki Turk azinligin kaderini belirleyen Bulgarlarin milliyetci emelleri ve etnik farkliliklar gibi hususlarin yanina bir de Turkiye ile Bulgaristan arasindaki ideolojik catisma eklenmistir. Komunistlerin iktidardaki ilk on yilinda etnik kimliklerin onemli olmadigi savi on plana cikarken; etnisite disinda oncelikle sosyalist bir sistem ardindan da komunist bir toplumun olusturulmasi isine girisilmistir. Ne var ki, Bulgaristan’da yeni sistemin ilanindan sonra cizilen pembe tablolarin dogru olmadigi anlasilmis ve 1950–51 yilinda ilk buyuk goc hareketi yasanmistir. 10 Agustos 1950’de Bulgar Hukumetinin, Turkiye’den uc ay icerisinde 250.000 Bulgaristan Turkunu gocmen olarak kabul istemesiyle iki ulke arasindaki iliskiler gerilmis ve 1950–51 yillarinda 150.000 kisi Bulgaristan’dan Turkiye’ye goc etmistir.

Nisan 1956’da Todor Jivkov’un Bulgaristan Komunist Partisi (BKP) uzerinde nufuzunu guclendirmesiyle birlikte, 2. Dunya Savasi sonrasinda Bulgaristan’da yurutulmeye calisilan etnik unsurlarin goz ardi edilmesi ilkesi terk edilmis; yerine Turk-Islam karsiti soylemler gundeme gelmis ve Sofya yonetimi ulkedeki Turk azinligi bu soylemlerle asimilasyon politikalarina tabi tutmak istemistir. Bu kapsamda, Jivkov yonetiminin Bulgaristan Turkleri acisindan bir donum noktasi oldugu ileri surulebilir. Bu faktorlerle birlikte ulkedeki Turk azinligin genel durumunda bir degiskenlik ve gerileme soz konusu olmustur. Ornegin, 1946’da cikarilan bir kanunla Turk azinlik okullari ile bunlara bagli butun menkul ve gayrimenkul mallar devletlestirilmistir.. 1951–1952 ders yilinda Turkce okutulan derslerin orani ucte bire indirilmistir, ayni yil azinlik okulu kavrami ortadan kalkarak Turk ve Bulgar okullari birlestirilmeye baslanmistir. Bununla birlikte, 1959’da Turk azinlik okullari tamamen kapatilarak Turkce secmeli ders olarak haftalik 1 saate indirilirken; 1974’te ise bu uygulamaya tamamen son verilmistir.

1956 yilinda Jivkov’un iktidara gelmesiyle birlikte gun isigina cikan asimilasyon hareketleri Aralik 1984-Mart 1985’e kadar sistematik bir sekilde surdurulmus ve bu donemde doruk noktasina ulasmistir. Kisacasi, Turkler genis kapsamli bir Bulgarlastirma politikasina maruz birakilmislardir. Turk isimlerinin Bulgar isimleriyle degistirilmesi, dini vecibelerin engellenmesi, komunizm gerekcesiyle camilerin kapilarina kilit vurulmasi vb uygulamalar kulturel asimilasyona; Turklerin yogun olarak yasadigi yerlere yatirim yapilmamasi ve Turkce konusanlardan zorla para alinmasi ekonomik anlamda izole edilmislige; bu uygulamalara itiraz edip baskaldiranlarin iskenceye maruz birakilmalari ise fiziki yaptirima acik birer ornek teskil etmektedir. Bulgaristan Turklerinin maruz kaldigi bu durum, komunist partinin hesapladigi sonucun aksine, azinlik grubu uyelerini dil, din ve aile baglari temelinde bir araya getirmis ve cogunluktan uzaklastirmistir. Diger bir deyisle, izlenen asimilasyon politikalari Turk azinligin etnik kimligini guclendirmistir.

Bu gelismelerin dogal bir sonucu olarak cesitli zaman dilimlerinde goc olgusu yeniden gundeme gelmistir. 1968 yilinda Turkiye ile Bulgaristan arasinda Goc Anlasmasi tesis edilirken, anlasma kapsaminda 1969–1978 yillari arasinda 130.000 kadar Turk’un goc ettigi anlasilmaktadir. Bulgaristan’daki Turk azinligin haklarini garanti altina alan ikili antlasmalarin yani sira Birlesmis Milletler Kurucu Antlasmasi, Jenosit Sozlesmesi, Irk Ayrimini Butun Sekilleri ile Ortadan Kaldirilmasina Iliskin Sozlesme, Medeni ve Siyasi Haklara Iliskin Sozlesme, Ekonomik, Sosyal ve Kulturel Haklara Iliskin Sozlesme, Insan Haklari Evrensel Beyannamesi ve Helsinki Nihai Senedi gibi bircok antlasma ve sozlesmeyle Turk azinligin haklari uluslar arasi boyutta teminat altina alinmisti. Ancak nedense uluslar arasi hukuk mekanizmalari soz konusu Turkler ve Muslumanlar olunca pek islevsel olmamaktadir.

Aralik 1984’e gelindiginde, Bulgaristan’daki komunist yonetim Turk azinligi asimilasyona yonelik en somut girisimlerde bulunmus ve ulkedeki Turklerin isimleri zorla degistirilmeye calisilmistir. Ilk olarak Guney Bulgaristan’dan baslanmis; soz konusu kampanya Kuzeydogu Bulgaristan’daki Turklere de uygulanmak istenmistir. Bu durum, Turkler arasinda tepkileri artirirken; orgutlenme surecinin de onunu acmistir. Zorla isim degistirme kampanyasini protesto etmek amaciyla genis katilimli yuruyusler duzenlenmistir. Bununla birlikte, yapilan gosterilerde sivil halka Bulgar guvenlik guclerince atesle karsilik verilmesi sonucu cok sayida insan hayatini kaybetmistir. Diger taraftan, ulkedeki Turk aydinlar hapishanelere mahkûm edilmis ve turlu iskencelere maruz birakilmislardir. 1989’un baslarindan itibaren protestolarin sesi yukselise gecerken; Kuzeydogu Bulgaristan’da aclik grevleri duzenlenmis ve bu kivilcim Rodop bolgesine de sicramisti. Gostericilerin demokratik yollardan dini ve kulturel haklarinin iadesini talepleri, Turkiye’den ve uluslararasi kamuoyundan gelen baskilarla birlesince Sofya yonetimince geri adim atilmistir. 29 Mayis 1989’da Todor Jivkov medya araciligiyla ulkedeki “Bulgar Muslumanlarinin” istedikleri takdirde Turkiye’ye gidebileceklerini bildirmis ve Turkiye’nin de bu dogrultuda sinirlari acmasi talebinde bulunmustur. 1989 yazinda 310.000 Bulgaristan Turk’u Turkiye’ye goc ederken ; yasanan goc, II. Dunya Savasi sonrasi Avrupa’da gerceklesen en buyuk kitlesel goc hareketi olma ozelligini tasimaktadir.

Demokratik Donemde Turk Azinlik ve Sorunlar

1989’un sonunda uluslar arasi sistemin yapisinda meydana gelen yapisal degisimlerin yani sira Bulgar ic siyasetinde bir takim gelismeler yasanmis ve 10 Kasim 1989’da Todor Jivkov istifa etmistir. Bu istifanin ardindan Bulgaristan’in basina eski Disisleri Bakani Petar Mladenov gecmistir. Mladenov yonetimi, oncelikli olarak asimilasyon politikalarini protesto gosterilerine onderlik ettigi gerekcesiyle hapse atilan Turk entelektuellerin serbest birakilmasina yonelik hukuksal duzenlemelere girismistir. Bu cercevede 14 Kasim’da basta Ahmet Dogan olmak uzere, Turk aydinlarla gorusme masasina oturulmus ve yeni yonetim tarafindan Turk azinligin durumunun iyilestirilmesine yonelik gerceklestirilmesi dusunulen reformlardan bahsedilmistir. 29 Aralik’ta ise Mladenov yonetimi, eski hukumet tarafindan zor kullanilarak degistirilen isimlerin yerine Turkce adlarin alinabilecegini, gunluk hayatta dinsel yukumluluklerin yerine getirilebilecegini ve Turkce konusmanin artik yasaklanmayacagini aciklamistir.

Isimlerin iade edilmesine iliskin kararlar alinirken; ozellikle Bulgar nufusunun cogunlukta oldugu bolgelerde genel bir hosnutsuzluk kendisini gostermistir. Yaz doneminde cok sayida Turk’un Bulgaristan’dan goc etmesi, etnik Bulgarlar acisindan vatana baglilikla bagdasmayan bir eylem olarak gorulmustur. Ozellikle, Jivkov doneminde “Bulgarlastirilan Turklerin” haklarinin Mladenov idaresiyle birlikte geri verilmesi goz onunde bulunduruldugunda, yeni yonetimin soz konusu politikalari, Bulgar nufusunun milliyetci duygularini harekete gecirmis ve cok sayida protesto mitinginin duzenlemesine neden olmustur.

Yeni donemde ulkedeki Turk azinlik da demokratiklesen siyasi sistemden faydalanarak partilesme yoluna gitmislerdir. Bu kapsamda, Hak ve Ozgurlukler Hareketi (HOH) kurulmustur.. 22 Aralik 1989’da Ahmet Dogan tarafindan kurulan hareket, 4 Ocak 1990 itibariyle resmen tescil edilirken; baslangic itibariyle bir siyasi parti degil; sadece haklari savunmak icin kurulmus bir olusum oldugu iddia edilmistir. Parti’nin Mart 1990’da gerceklestirilen Kurulus Konferans’inda cesitli gorus ayriliklarinin ortaya ciktigi gorulmektedir. Parti’nin izlemesi gereken politikalara iliskin Turk azinlikla ilgili her turlu sorunda taviz verilmeksizin cozum taraftari ve son tahlilde ozerklik talep eden radikal bir kanat ortaya cikarken; cozum surecinin anayasal cercevede demokratik surecte ortaya cikmasi taraftari olan ilimli, pragmatik bir kanadin varligindan bahsedilebilir. Zamanla soz konusu radikal kanadin Ahmet Dogan tarafindan tasfiye edilmistir. Diger bir deyisle, Bulgaristan Turk Halkinin milliyetcileri, Turk partisinden dislanmistir. Bu kisilerin onemli cogunlugu daha sonra Turkiye’ye goc etmis ve davaya buradan hizmet etmislerdir.

Parti’nin kurulmasindan hemen sonra Bulgar Anayasasi hukumlerine uygun olmadigi ve etnik kokenli bir parti oldugu tezi ortaya atilmistir. Hakkinda kapatma davasi acilan HOH, mahkeme karariyla kapatilmamistir. Bundan sonraki surecte de parti etnik kokenli olmadigini; aksine Bulgaristan’in partisi oldugu gorusunu savunmustur. Gunumuze kadar gelinen noktada soz konusu gorus degismemistir.

Bulgaristan siyasi dengeleri yeni donemde Turklerin varligina alismaya calisirken; Turk isimlerinin iadesiyle ilgili olarak baslangic itibariyle mahkeme karari sart kosulmus olsa da, 1990 yilinda yapilan secimlerle parlamentoya giren HOH’un girisimleri sonucu, ‘mahkeme karari’ sarti ortadan kalkmis, isimlerin iadesi basit bir idari islem haline gelmistir. Bulgaristan’in Jivkov sonrasi donemde azinlik haklariyla ilgili duzenlemelere girismesi Turk azinligin durumunu guclendirmekle birlikte, Bati dunyasi tarafindan da takdirle karsilanmistir. Turkce isimlerin iade edilmesinin ardindan sosyal haklarin bir parcasi olarak Turk azinligin egitim ve basin-medya haklarinin durumu gundeme gelirken; konu uzerinde Bulgar hukumetince hayli agir denebilecek bir tempoda da olsa gerekli ancak eksIk adimlar atilmistir.

Turk azinligin egitim haklarini alma konusunda dersleri boykot karari, 1991–1992 egitim-ogretim yilinda sonuc verirken; bu yildan itibaren Turklerin nufusca yogun oldugu yerlerde ders programi disinda Turkce derslerin okutulmasina izin verilmistir. Ancak, 1999’da Bulgaristan’da kabul edilen Milli Egitim Kanunu’yla birlikte 1. siniftan 12. sinifin sonuna kadar anadili egitiminin mecburi secmeli ders programina alindigi gorulmektedir. Turk ogrencilerin anadilde egitim durumu ve hali hazirdaki uygulamanin eksIkligi gunumuz itibariyle Turk azinliga iliskin kirilma noktalarindan birini olusturmaktadir.

Turkce basin ve medyaya iliskin olarak, Hak ve Ozgurlukler adi altinda HOH’ un cikardigi gazetenin yani sira, Filiz, Balon, Kaynak, Umit ve Zaman gibi Turkce ve/veya Bulgarca olarak yayimlanan gazete ve dergilerin varligindan bahsedilebilir. Bunlardan bazilarinin yayin hayati son bulurken; yakin zamanda Kircali Haber isimli gazetede literature girmistir. Bunun yaninda, gunluk duzenli olarak radyo ve televizyon programlarinda Turkce yayinlara yer verilmektedir. Ancak butun bunlarin yeterli oldugunu soylemek guctur.

Soguk Savas sonrasi Bulgaristan siyasetinde sIkca iktidar degisIkliklerine rastlanirken; Turk partisi HOH’un gun gectikce guclenen bir agirligi vardir. Son secimde 240 sandalyeli Bulgaristan Parlamentosu’nda 35 sandalye alan Parti, Bulgaristan siyasi yasantisina entegre olmus gorunmektedir. Bulgaristan’daki bu durum Bulgar milliyetcilerini rahatsiz etmekte ve ATAKA gibi yeni siyasi olusumlari tetiklemektedir. Acikcasi, HOH’un Bulgar milliyetcilerini rahatsiz edebilecek, Turk azinligin haklarini savundugunu gosterecek delillere rastlamak epey guctur. Bulgarlar sanal dusman uretme egilimindedirler.

Demokratik donem Bulgaristan’inda Turklerin azinlik haklarina iliskin meydana gelen duzelmede Bulgaristan’in Bati yolculugundan (NATO ve AB uyelik perspektifleri) ziyade, Bulgar ulusal hukukunun etkisi olmustur. Diger bir deyisle, Turk azinlikla ilgili sIkintilar Bulgaristan’in inisiyatifi dogrultusunda cozulmustur. Sovyetler Birligi’nin yikilmasiyla birlikte, iyiden iyiye yalnizliga suruklenen Bulgaristan, hemen yani basinda Turkiye gibi bir gucun varligini hissetmistir. Soguk Savas doneminin sonuna dogru Turkiye ile yasadigi Turk azinlik krizi hatirlanacak olursa, Bulgaristan bu donemde Turkiye ile iliskilerini iyilestirme yoluna gitmis ve Avro-Atlantik kurumlara uyelik hedefini dis politik onceligi yapmistir. Bu durumdan Bulgaristan Turkleri onemli olcude yararlanmistir. Ancak Bulgarlarin azinlik haklarina iliskin yaptigi duzenlemeler Turklerin agzina bal calmaktan oteye gitmemistir.

Gunumuzde AB uyesi olan Bulgaristan’daki Turk azinligin sorunlarina bakacak olursak;

• Anayasal Tanimlama: Mevcut Bulgaristan Anayasasi’nin 36/2. maddesinde Turk azinlik yerine “Anadili Bulgarca Olmayan Vatandaslar” ifadesi bulunmaktadir. Diger bir deyisle Bulgaristan’da Turk yoktur. Turk azinligin statusunu tesis eden ikili antlasmalarda “Turk azinlik” veya “Musluman azinlik” ifadesi kullanilirken; yine paralel dogrultuda AB kurumlarinin hazirladigi cesitli raporlarda “Turk azinlik” kavrami kullanirken; Bulgaristan Anayasa’sinda azinlik kelimesine bile rastlanmamaktadir.
• Turkce Egitim: Bulgaristan’da 1999 yilinda kabul edilen Milli Egitim Kanunu uyarinca, anadili egitiminin mecburi secmeli ders programina alindigi gorulmektedir. Haftada 4 saat olarak verilen Turkce derslerin, hafta sonlarinda veya okuldaki normal ders saatleri sonrasinda verilmesi, Turk ogrencilerin derslere olan talebini dusurmektedir. Bunun yaninda Turkce dersini alabilen ogrencilerin baska bir yabanci dili, ders olarak alamamalari mevcut uygulamanin eksIk yonlerini olusturmaktadir. Kanaatimizce, Turk azinligin gelecegine iliskin en acil cozum bekleyen sorun, Turkce egitim konusudur. Ayrica, gerek Turkce egitim konusunda ogretmen sIkintisi gerek Turkce ders kitabi tedarikinde Bulgaristan’in cikardigi zorluklar belirtilmelidir.
• Turkce Yayin: Turkce yayin konusunda sinirlamalarin kalkmis olmasina ragmen, bu konuda buyuk bir bosluk olusmustur. Ulkede kucuk azinlik gruplarinin ulusal gazeteleri bulunmasina karsin, Turklerin ulusal bir gazetesi bulunmamakta ve hâlihazirdaki Turkce gazeteler, belli ideolojiye hizmet eden bazi cikar gruplarinin tekelinde bulunmaktadir. Sorunla ilgili olarak, Avrupa Konseyi tarafindan Bulgaristan’a cesitli telkinlerde bulunulmus olmasina karsin; Bulgar yetkililerin ve HOH’un konuya ilgisiz kalmasi, finansal zorluklar ve entelektuel birikime haiz insan gucu eksIkligi Turkce yayinlar konusundaki temel engellerdir. Ulusal kanalda Turkce radyo ve TV yayini sembolik surelere sahip olmasinin yaninda, Turk azinliga hitap edecek bagimsiz ve surekli Turkce yayin yapan bir radyo istasyonunun bulunmamasi da bu konudaki ayri bir sIkintidir. Bulgaristan Turklerine hitap eden radyo yayinlari daha ziyade Turkiye’den internet uzerinden yapilmaktadir.
• Ekonomik Sorunlar: Bulgaristan’da Turk azinligin yogun olarak yasadigi yerlerde yatirim eksIkligine paralel olarak ortaya cikan yuksek issizlik orani farkli bir sorun olarak karsimiza cikmaktadir. Bulgaristan’a AB tarafindan aktarilan finansal yardimlar daha ziyade Bulgar nufusunun yogun olarak yasadigi bolgelerde yatirim araci olarak kullanilmaktadir. Turklerin onemli bir bolumunun daglik kesimlerdeki devlet arazilerinde tutun tarimi yaparak gecimlerini saglamaya calismalari disinda farkli bir is olanagi bulunmamaktadir. Tutun satisi konusunda ise alici firmalarin dusuk fiyat teklifleri, Turk azinligin karlarinin minimize edilmesine neden olmaktadir. Ekonomik eksende yasanan sIkintilar, Bulgaristan Turklerinin buyuk sehirlere goc etmelerini ve gocmen isci statusune donusmelerini kacinilmaz kilmaktayken; son donemlerde ozellikle Turk gencleri arasinda basta Bati Avrupa olmak uzere, AB uyesi ulkelere is bulma amaciyla goc etmek yaygin bir durum haline gelmistir.
• Makamsal Sorunlar: Turk azinlik gerek yerelde gerek genel siyasette temsil acisindan sIkinti yasamasa da kamu personeli olma hususunda bircok engelle karsilasmaktadir. Ozellikle ordu kategorisinde Turklere firsat taninmadigi ve yeterince temsil edilemedikleri gorulmektedir. Bu durum Bulgaristan’in AB uyelik asamasinda Ilerleme Raporlarinin onemli konularindan olmustu.
• Dini Sorunlar: Osmanli doneminden kalma vakiflar sorunu gunumuzde halen mevcuttur. Ote yandan, Turkce ogretmen konusundaki yetersizlik, Musluman din adami konusunda da kendisini gostermektedir.
• Etnik Ayristirma Faaliyetleri: Son donemde Bulgaristan’da etnik bir farklilastirma sureci dikkatleri cekmektedir. Bu surec ozellikle milliyetci ve populist soylemler pesinde kosan belli odaklarin etkisiyle yonlendirilirken; yine bu cevrelerce Bulgaristan Turk azinligi otekilestirilmeye calisilmaktadir. Osmanli kultur mirasina yonelik saldirilarla kendisini gosteren surec; siyaset mekanizmalarinda da kendisini gostermektedir.
• Sosyal Guvenlik Antlasmasi: Hali hazirda Turkiye ile Bulgaristan arasinda kapsamli bir sosyal guvenlik anlasmasinin bulunmamasi ayri bir sIkintidir. Bulgaristan tarafi buna yanasmazken; soz konusu durum Turkiye’ye goc etmis olan Bulgaristan Turkleri icin onemli bir sIkinti olmustur. Turkiye bu sorunu gectigimiz yil Turk ulusal hukuku kapsaminda cozme yoluna gitmistir.
• Vize Islemlerine Iliskin Sikintilar: Bulgaristan’da 2008 yaz aylarinda yururluge giren yeni kanunla birlikte, vize alim islemleri sIkilastirilmis ve soz konusu prosedur oldukca zorlastirilmistir. Bu durum, cifte vatandas olmayan ancak Bulgaristan’da yakinlari bulunan kesimi olumsuz etkilemistir. Yakin doneme kadar vize konusunda Turkiye ve Bulgaristan arasinda tesis edilen kolayliklara ragmen; yeni kanun bir dizi sIkintiyi da beraberinde getirmistir.

SONUC

Tarihsel surec icerisinde azinlik haklari cesitli uluslar arasi antlasmalarla garanti altina alinan Bulgaristan Turkleri son 130 yildir goc ve asimilasyon politikalarina maruz kalmistir. Soguk Savas sonrasi donemde Bulgaristan’da meydana yapisal degisimler ve AB-NATO uyeliklerine ragmen Turk azinlik ile ilgili sIkintilar tam anlamiyla cozumlenememistir. Turklerin partisi olmaktan gittikce uzaklasan Hak ve Ozgurlukler Hareketi, Bulgaristan Turklerinin haklarini yeterince savunamamakta ve Bulgar kamuoyundan gelecek tepkilerden cekinmektedir. O denli ki, Bulgaristan Turklerini Turk olarak tanimlamaya yanasmamaktadir. Belirtmek gerekir ki, bizleri Bulgaristan’da “Turk” olarak tanimlayan tek grup, Bulgar milliyetcileridir.

Soguk Savas sonrasi donemde degisen uluslar arasi sistemle birlikte asimilasyon politikalari da degismistir. Bulgarlar da bu degisimi benimsemis ve Turkleri “entegre etmek suretiyle asimile etmek” niyetindedirler. Kisacasi Bulgaristan Turkleri gunumuzde gidiklanarak oldurulmek isteniyor. Ben Turk’um diyemeyen temsilciler tarafindan yonetilen Bulgaristan Turklugu buyuk bir tehditle karsi karsiyadir. Son olarak belirtmek gerekir ki, Bulgaristan Turkleri Bulgaristan’in bir parcasi olmadan once, Anadolu Turklugunun ve daha genel bir ifadeyle butun Turk Dunyasi’nin en dogal uzantisidir.

Ne Mutlu Turk’um Diyene!

KAYNAKCA

- Aganoglu, Yildirim; “Osmanli’dan Rumeli’ye Balkanlar’in Makûs Talihi Goc”, Istanbul: Kum Saati Yayinlari, 2001.
- Coskun, Birgul Demirtas; “Bulgaristan’la Yeni Donem”, Ankara: ASAM Yayinlari, 2001.
- Kamil, Ibrahim; “Bulgaristan’daki Turklerin Statusu”, Istanbul: Turk Dunyasi Arastirmalari Vakfi, 1989.
- Kayapinar, Ayse; “Turkiye-Bulgaristan Iliskilerinin Bulgaristan’daki Turkler Acisindan Degerlendirilmesi”, Stratejik Arastirmalar Dergisi, Yil:1 Sayi:2, Eylul 2003.
- Lutem, Omer E.; “Tarihsel Surec icinde Bulgaristan Turklerinin Haklari”, Erhan Turbedar (der.), Balkan Turkleri/Balkanlar’da Turk Varligi, Ankara: ASAM Yayinlari, 2003.
- Mahon, Milena; “Turkish Minority Under Communist Bulgaria-Politics of Ethnicity and Power”, Journal of Southern Europe and the Balkans”, Volume 1, Number 2, 1999.
- McCarthy, Justin; “Olum ve Surgun”, 2.bas. (cev. Bilge Umar), Istanbul: Inkilâp Yayinevi, 1998.
- Memisoglu, Huseyin; “Gecmisten Gunumuze Bulgaristan’da Turk Egitim Tarihi”, Ankara: Kultur Bakanligi Yayinlari, 2002.
- Ozbir, Kamuran; “Bulgar Yonetimi Gercegi Gizleyemez”, Istanbul:1986.
- Simsir, Bilal; “Bulgaristan Turkleri”, Ankara: Bilgi Yayinevi, 1986.
- Simsir, Bilal; “Bulgaristan Turkleri Uzerine Arastirmalar ve Belgeler I”, Turk Kulturu, Yil: XXIV, Sayi: 272, Aralik 1985.
- Turan, Omer; “Gecmisten Gunumuze Bulgaristan Turkleri”, Erhan Turbedar (der.), Balkan Turkleri/Balkanlar’da Turk Varligi, Ankara: ASAM Yayinlari, 2003.
- “Upheaval in the East: Bulgaria; Turks Win Right to Use the Muslim Names They Were Forced to Change”, The New York Times, 30 December 1989.
- Vasilev, Rossen; “Bulgaria’s Ethnic Problems”, East European Quarterly, XXXVI, No.1, Mart 2002.