Avrupa Avrupa Dediğimiz

25 Ocak 2009 Pazar

Büyük BOZGUN 93 SAVAŞI

BÜYÜK BOZGUN “93” SAVAŞI

Tsunami faciası yalnız denizlerde, yalnız yer kabuğundaki depremlerde değil üzerinde yaşadığımız topraklarda savaşlar sonu bozgunlarında da yaşandı, hem de katlanarak. Öyle bir kaç senelik facia değil asırlar süren tarihi milli facialarımız var.

93 savaşı faciası bunun büyük örneğidir. 1978’den günümüze kadar 130 yıldan beri süren süre gelmektedir.

Donarak ölenlerimiz yalnız Allahü Ekler dağlarında ölen 60 bin askerimiz değil, 93 savaşı büyük bozgununda ocak şubat aylarının sert balkan kışında can pahasına yollara düşüp donarak ölenler katlanarak yaşanmış olduğu tarihi arşiv kayıtlarına çok acı olarak geçmiştir. Bu arşiv kayıtlarında yuvarlakta olsa günde 60 bin ölü toplanıp toprağa verildiği, tipiden kar altında kalanların bir kısmı kadın saçlarını karlar üstünde adeta biz buradayız “biz burada karlar altında donarak ölenlerdeniz” işaretini verenlerdir.

İlkbaharda karlar eriyince birbirlerine sarılmış, donarak ölmüş, kılıçtan geçmiş olan başsız yığınlar halinde göç yolu şehitlerini günlerce ve hatta aylarca toplayıp toprağa verildiği, yine tarihi arşiv kayıtlarında kanlarımız donduran kayıtlar hep 93 savaşı balkan Türkünün büyük bozgun faciasındandır.
Tarihte bu kadar derin acı iz yarası bırakmış başka bir savaşımız olmadı. 1912 Balkan savaşı da acı iz bırakmıştır ama 93 savaşı Osmanlı öncesi bu topraklara toplanmış, iz bırakmış olan Avar, Tuna Bulgarları, Peçenek, Kuman, Gagauz ve Anadolu’dan getirilip yerleştirilen evladı Fatihan adını verdiğimiz, Yörük Türkmen akıncı oymakların topluca o topraklardan ezerek, sürerek atılmasıydı.

Bu savaş hem Rusların hem Sırpların hem Bulgarların beş asırlık kinleri idi. Panislavist, Slav milliyetçiliği, Slav İmparatorluğu hayali idi. Akdeniz’e inme amaçlarıydı.

Bu hayali gerçekleştirmek için, yüzyıl önce Karadeniz sahili Odesa’da ETNİKİ ETERYA derneği ilkeleri doğrultusunda başlatıldı.

Odesa’da açılan okulda Sırp, Bulgar, Rum, Ermeni yetenekli çocukları toplanıyor, yetenekleri doğrultusunda; öğretmen, papaz, tüccar adamı yetiştiriliyordu. Eğitim tamamlanınca geldikleri yerlere geri gönderiliyor, gönderildikleri yerlerde İhtilal hazırlıkları yaptırılıyordu.

Buradaki eğitimin amacı Balkanlarda ve Doğu Anadolu da etnik azınlıkları İhtilal’e karşı hazırlamaktı, öylede oldu. Yüz yıllık bu sistematik çalışma yavaş yavaş meyvesine hem Doğu Anadolu da hem Balkanlarda vermeye başladı.

İstanbul’daki Rus elçileri büyük Slav Ülküsü Derneği üyesi generallerdendi. Mencikov ve İgnatsiev bunlardandı. Bu elçiler isyan kıvılcımı ve isyan gözlemcileriydi. İsyanın olgunlaşmasını Osmanlıların en zayıf dönemlerini değerlendiriyorlardı. “93 Savaşı” için “TAM ZAMANIDIR” raporunu veren İgnatsiev idi. Aynı zamanda bizzat kendisi Plevne de Çar II Aleksandır yanında savaşan kurmaylardandı.

İstanbul da saray işte bu prensipleri planlı çalışmaları bu savaş hazırlıklarının derinleşmesinin farkında değildi. Tershane Konferansında Karadağ’da küçük bir ilçeyi veremezken 93 savaşıyla (570 Km) Edirne’ye kadar Balkan Türk topraklarını elinden Tsunami’den daha büyük facia ile kaybediverdi.
Savaşın sonuna kadar kendine değilde hep İngiltere’nin sahte politikasına güvenildi. Ruslar genelde uyguladıkları gibi bu savaşı hem Doğu Anadolu’dan ve hem de Balkanlar’dan açtı. Doğuda Ruslara Ermeniler, Batıda Bulgar Çeteleri ve Romen Askerleri destekliyordu.

Her iki yöremizde Türk Halkı kılıçtan geçirilmiş olmuş olsalardı hiçbir zaman insani duyguları uyanmayacak, zira yüz yıl bunun için eğitip hazırlanmışlardı. Doğuda Muhtar Paşa, Balkanlarda Gazi Osman Paşa askeri ve halkıyla insanüstü gayretle savaşıyordu. Savaşın yapıldığı toprakların ve İmparatorluğun yükü onların omuzlarındaydı.

Ruslar Plevne de ilk hücumlarında 3000 ölü vererek çekildiler. Uzun bir hazırlık yaptıktan sonra ikinci hücuma geçtiler. Ancak hücumu yapan alay 7500 ölü vererek yok oldu, kalanlar dağıldı. Bunun üzerine Rus Kurmayı şoka girdi. Bulgar halkı ve bir kısım Rus askeri Tuna’nın Romanya tarafına kaçmaya başladı.
Rus Çarı hemen Romanya da ve Petersburg’daki saray Hassg askerlerinin yardıma gelmelerini istedi. Romen Kralı büyük bir asker desteğiyle yardıma gelerek Rus Asker moralini düzeltti.

Eğer II.nci saldırı yenilgisinde Osman Paşa Ruslara Hücumu sürdürmüş olsaydı büyük işe yarayacaktı zira tamamen Rus askeri şoka girmişti. Plevne şehri savunma tepeleri şehir sathından 117 metre yüksekte idi, bu savunmayı bozmak istemedi. İstanbul’dan yardım gelmediği takdirde bu tepelerin savunması Plevneyi kurtaracaktı. Ancak burada Ruslar tarafından bütün yolların kesilmesi ve abluka altına alması düşünülmedi. Ruslar Plevne savunmasını kıramayacaklarını anlayınca Plevne ye gelen bütün yardımların yollarını kestiler.

115 gün süren savunma Gazi Osman Paşa’yı, askerini yordu, tüketti. Öyle ki Plevne’nin bütün evleri sokakları aç susuz yaralı asker ve sivil halkla dolup taştı. Ümitsiz olanlara değil de ümitli olanlara ameliyat yetiştirilemiyordu. Tüm ameliyatlar ilaçsız tunç yüreklerin inanılmaz iradesi ve imanı ile yapılıyordu. Yaralar şehitlerin giysileri yırtılarak yine ilaçsız sarılıyordu.

Açlık gün geçtikçe artıyor, nakliyede kullanılan hayvanlarda kesilip yeniliyordu. Askere, yaralıya, hastaya haftalık tek bir tahin ekmeği verilebiliyordu. Gazi Osman Paşa 10 Aralık gecesi muhasarayı yarmak için çıkış harekâtına karar verdi ancak sonra öğrenilen ve savaş sonu İngiltere de görülüp yaşamını sürdüren bir Yahudi tarafından Rus istihbaratına haber ulaştırılıyor.

Çıkış anındaki ölüm kalım savaşında Gazi Osman Paşa yaralanıp esir düşünce Plevne savunması sona erdi. Artık Rus ordusunun İstanbul yolu açılmış oldu. Vakitsiz yetişen Veysel Paşa’da Şipka geçidini koruyamayınca Rus İmparatorluğu hayaliyle dolu olan Rus Subayların ve askerlerin hiçbir engelsiz İstanbul’a doğru hızla yürüyordu. Önüne gelen halkı ezerek Yeşilköy’e kadar kısa zamanda ulaştılar.
Kayıtlara göre 250 bin sivil halkın Rus ordusunun önünde can pahasına kaçmaya çalışıyordu. 570 km’lik yol baştanbaşa ölüm yolu oldu. Kanlı, acılı büyük göç yolu oldu. Top arabalarının tekerlekleri ve at nalları altında ezilerek çamurlara karışmış Türk askeri ve halkının cesetleriyle yollar kaplıydı.

Bu cesetlerin arasında parçalanmış arabalar, at, öküz ölüleri de Yeşilköy’e kadar bu insan ölülerinin arasında idi.

Tren ve karayoluyla İstanbul’a ulaşan göçmen halk, bir yığın yaralı soğuktan ve savaşın şokundan açlık ve sefaletten bitkin ve hastaydı. Bu kadar insanın sığınması gıdası savaşın faciası büyüklüğü kadar büyüktü. Büyük felaketin getirdiği dayanılmaz acılar yeni hastalıklar yeni ölümler getiriyordu.
Saray gerçekten çaresizdi. İngiliz Kızılhaç’ını yardıma çağırdı, İngiliz Kızılhaç’ı yalnız ölüleri toplayıp, gömme işini yerine getirebiliyordu. Ölü sayısı her geçen gün artıyordu. Tüm bu felakete ilave olarak tifo hastalığı da girmişti.

Yine arşiv kayıtlarında günde 6000 ölü insan toprağa gömüldüğü belirtiliyordu.
İngiliz Kızılhaç’ı bu ağır görevi ancak bir ay sürdürebildi ve habersiz olarak terk edip gitti, buna kaçmakta denir. O günlerde yeni kurulmuş olan Türk Kızılay’ına kalmıştı bütün sağlık hizmetleri. Ancak yara ve acılar büyüktü. Sefalet, hastalıklar ölümler hiç eksilmiyordu.

Ocak, şubat, mart aylarının acımasız soğuğu içersinde erişmiş tükenmiş olan bedenler başta tifo olarak hastalıklara hiç direnç gösteremiyordu. Artık İstanbul halkı da yardım elini çekmek zorunda kalmıştı. Zira onlarda savaşın etkisi ile bitkin bir halde idi. Sokaklar, cami ve cami avluları, evlerin merdiven altları dolup taşmıştı. Bu manzarayı gören sağlıklı insanlar dahi şok içersinde kalıyorlardı.

Saray idaresi yığınlar halindeki balkan göçünü gemilerle Karadeniz, Ege Denizi kıyılarına taşıdığı gibi trenle de Anadolu içlerine taşımayı hızlandırıyordu. Gemiler limanlarda, trenler istasyonlarda çevre şehir ve köy idarecilerine bırakıp yenilerini almak için tekrar İstanbul’a dönüyorlardı. Bu nedenle Anadolu’nun tren yolu boylarında denizlerinin kıyılarında iskân evleri çoktur.

Kıbrıs’taki Erenköy’de bunlardan birisidir. Kıbrıs’ta tek bir iskan köyü olmasının nedeni ise; Kıbrıs İskanı başlayınca Rumlar hemen İngilizlere etki ederek iskanı durdurmuşlardır.

Bu demek oluyor ki Ruslar ta 130 yıl öncesinden “ENOSİS’i” planlamışlardır. 1571’den 1878’e kadar 307 yıl Türk idaresi altında olan Kıbrıs Adası artık İngiliz idaresindedir.

Bunu Osmanlı Rus savaşı içinde yürüttüğü sahte politika ile Osmanlıdan almıştır.

Rus ordusu Tunayı geçip Osmanlı Rus savaşı başlayınca padişah Abdülhamit’e “BİZ VARIZ” Ruslara fırsat vermeyiz, bu bizim politikamıza ters düşer şeklindeki güven veren sözleriyle gaflet içinde bırakmıştır. Plevne düşüp iş işten geçtikten sonra Rus ordusu İstanbul kapısına dayandığında İngiltere’nin sesi çıktı, yardıma hazır olduklarını haber verdiler ancak şartları vardı. O da Kıbrıs adasının İngiltere’ye bırakılmasıydı bu da İngiltere’nin sinsi, fırsatçılığı idi.

Rusların sık boğaz ettiği Osmanlının vereceği cevap Kıbrıs için evet’ten başka çare yoktu.
Kıbrıs adası da Balkan toprakları ile beraber 93 savaşında işte böyle elimizden çıkmıştı. Gerek balkan topraklarında, gerek Doğu Anadolu da gerekse Kıbrıs’ta 93 savaşında başımıza neler gelmedi ki.
1374 Sırp sındığı ve 1395 Niğbolu savaşları arasında fethi yapılan Balkan topraklarına ve Kıbrıs adasına 1878’e kadar Anadolu’nun her köşesinde tam 504 yıl evladı fatihan adını verdiğimiz akıncı Yörük oymakları yerleştirilmişti. O topraklarda Türklüğün geleneklerimizin ve İslam mayası olmuşlardı.
Osmanlının ilk Rumeli’ye geçişi 1356 yılından başlayarak O topraklara obası ile kıl çadırıyla at davar sürüleriyle kilometrelerce uzak yollarda aylarca yol alıp gittiler, intibak zorlukları ile yerleşip görevleri olan Balkan Türklüğünü oluşturdular. Bu Balkan Türklüğünün mayası oldular. Ne yazık ki sarayın affedilmez ihmali ile 93 savaşında yitirildi.

Bu savaş sonunda sağ kalanlar makûs göç yolunda bitkin ve feryatlı acılarıyla yine Anadolu ya döndüler. Öyle acımasız bir dönüş ki yaralı-kanlı ağıtlar Tuna-Meriç-Arda nehirlerinde Balkan dağları derelerinde gece gündüz günümüze kadar hep yankılandı ve daha da yankılanacak.

GÖÇ YOLU
Sönerken Balkanlar’da Türklük güneşinin şuaları,
Akşamının yası Balkan Türkünü sardı
Doksan üç savaşından beri göç yolunda
Gönlü kayan hep Balkan Türkü vardı.

Tarih dile gelip tam anlatsaydı bu yolu;
Bitmezdi, anlattıkça kanardı,
Kanadıkça kalemiyle ağlardı
Sayfalar yetmezdi, Koca bir tarih olurdu.

Bu acı tarihe Balkan Dağları pınarla ağlardı,
Tunalar, Meriçler ağıtla çağlardı.
Makûs göç yolunda acı çeken FATİHAN feryatları,
Sığmazdı bu koca tarih’e………………….
Sığmazdı Koca Tarih’e



Büyük bozgun 93 savaşı faciası ile sökülüp art arda gelen Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı içersinde Çanakkale, Yemen, Filistin, Kafkas, Allahü Ekber, Galiçya savaşlarının bitkinliği, tükenikliği içersinde tırnak altında canla başla SEVR mucize savaşı Kurtuluş Savaşımızla sona erdi. Bu yeniden var oluş savaşımız öyle bir milli kurtuluş savaşımızdı ki 1800 rakımlı Kocatepe’den 30 Ağustos’u Lozan’ı Ulus Devlet oluşumuz, Türkiye Cumhuriyetini görüp yeniden var eden bir Mucize savaştı.
Yeniden doğuşumuzun kahraman şehitlerimize Vatan Sathı dolusu ile Şükranlarımız olsun.



Hit: 40
İstatistik: Puan: 0 Oy:0 (Rating Scale: 1 = Kötü, 10 = İyi)
Eklenme Tarihi: 02/25/2008
Yazar/Kaynak: emin hoca
Yazar'a Ait E-mail/Website: Belirtilmemiş
Gönderen: admin
Yorumlar: 0 Yorum

http://www.aziziye.org/article_read.asp?id=19

Hiç yorum yok: