Avrupa Avrupa Dediğimiz

10 Temmuz 2009 Cuma

Edebiyatta Balkan göçleri - 2

Edebiyatta Balkan göçleri 2

Cumhuriyet Dönemi Göçleri
Osmanlı döneminde yaşanan göç olayları Türkiye’de Cumhuriyetin ilânından sonra da devam etmiştir. İlk büyük göç Lozan Barış Antlaşması (1923) sonucunda gerçekleşmiştir. 1923-24 yıllarında Yunanistan’dan mübadil olarak göç edenlerin sayısının yaklaşık 500 000 olduğu belirtilmektedir. Bu göçü, Bulgaristan’dan belirli yıllarda gerçekleşen kitle halinde göçler izlemiştir: 1950-51 yıllarında 154 000, 1968-78 göçünde 130 000, 1989 Büyük Göçünde de sadece Haziran, Temmuz ve Ağustosun 22’sine kadar, yani üç aydan daha az bir zaman içinde 311 862 Bulgaristan Türkü Türkiye’ye giriş yapmış ve daha sonraki aylarda ve yıllarda da göç devam etmiştir.

Eski Yugoslavya’dan ve Romanya’dan da göçler olmuş, fakat Türkiye’ye en çok göçmen Bulgaristan’dan gelmiştir. Rumeli’den Türk Göçleri tablosuna baktığımızda Doksanüç Harbinden bu yana Türkiye’ye en çok göçmen gönderen ülkenin Bulgaristan olduğunu görüyoruz. Bundan dolayı da Bulgaristan Türklerinin tarihine bir göç tarihi dememiz uygun olacaktır. Bu yüzden olmalıdır ki göçmenlik, Bulgaristan Türklerinin sözlü halk edebiyatında özel bir motif olarak gelişmiştir. Tarihi ve toplumsal gerçeklerin bir ifadesi olan bu büyük insanlık dramına mâniler, türkü ve destanlar, efsane ve menkıbeler hasrederek Bulgaristan Türkü, gönlünü avutmuş, karanlık günlerinde kendine teselli bulmuştur. Mânilerden örnekleri okuyalım:

Kara tiren gidiyor
Acı duman seriyor
Kara tirenin içinde
Macırlar gidiyor

Yağmur yağdı sel oldu
Dereler taştı doldu
Ben vatanımdan ayrıldım
Zalım Bulgar sebep oldu

Dağlarımın tepesi
Yarimin seteresi
Milleti batırdı ya
Macırlık (veya: Türkiye) meselesi

Elmayı satan bilir
Tadını tatan bilir
Macırlık ateşten gömlekmiş
Acısını çeken bilir
(Hayriye Memoğlu-Süleymanoğlu’nun arşivinden.)

Bulgaristan Türkü baba ocağına, konu komşusuna bağlı kalarak yaratmış olduğu türkülerde göç olayına hıçkırıklarla karışık bir duygu katmıştır, gençlerin ayrılışı da ayrı bir acıdır:

Ah bu macırlık bağrıma bastı
Ben ona yanarım
Ben vatanımdan nece ayrıldım
Yârsız kaldım
Yol veril ağlar, yol verin beyler
Yol verin geçeyim
Nazlı yardan ayrı düştüm
Zehir mi içeyim
Benden size vasiyetler olsun
Macır olmayın
Macır olsaz (olsanız) da
Yarsız kalmayın
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 116.)

Geleceğin belirsizliğinden kaynaklanan bir çaresizlik de bazı türkülere bambaşka bir eda verir. Başka bir duygu da göçmenliğin zorluklarından gıdalanarak bir nostalji ile örülü olarak dile gelir. Şu ilâhide zorluklar ve göçmenliğin ölümden beter olduğu vurgulanır:

Edirne ovasında
Serpildim kaldım
Arçlıyım tükendi
Evlâdı sattım
O viran babamı
Yolda bıraktım
Edirne ovasında
Naneler biter
Nanenin kokusu
Cihana yeter
Ah, şu macırlık
ölümden beter
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, 1997, 126.)

İlâhide 1938 yılı göçünden söz edilmekte. Son dörtlükte Atatürk’ün ölümüne ağlıyor muhacirler:

Atımı bayledim
Bir delik taşa
Oniki bin ağlar
Kemal Paşa’ya

Göçmenliğin üzüntüleri, ayrılık ve özlemi, eş dosttan uzaklara düşmenin ıstırapları başka bir türküde dile getirilmektedir:

İstanbul’un üzümü
Çekemedim sözünü
Ben vatanımdan çıkarken
Yumdum iki gözümü
Binmem tirene binmem
Kara koyun meleme
Yüreğimi dayleme
Anam, bubam, kardeşim
Yavrum deyip ayleme
Binmem tirene binmem
Kara kara karınca
Karıncaya varınca
Ben komşuları özledim
Dillerine varınca
Binmem tirene binmem
(Riza Mollov, Bulgaristan Türklerinin Halk Şiiri, Sofya, 1958, 143-144.)

Göç yollarında çekilen sıkıntıları da şu destandan öğrenelim:

Dinleyin amucalar muhacir destanını
Kapdağda kılamadık bayram namazını
Ver Allahım sen selâmet cümlemize.
Akmehmet köyünün ardı balkan
Omaç köyünün muhacirleri oldu dillere destan
Ver Allahım sen selâmet cümlemize.

1930′ların ikinci yarısında baskılar artar ve Türkler göçe zorlanır. Hattâ birçok Türk ailesi pasapotrsuz Türkiye’ye gönderilir (Krıstö Mançev, 2003). Bu durum aynı destanda da şöyle dile getirilmektedir:

Bir cumartesi bizi Edirne’ye indirdiler
Pasaportu olan çekip de gider
Pasaportsuz olanlar Ankara’dan imdat bekler
Ver Allahım sen selâmet cümlemize
Edirne hudutları taşlık
Kalmadı cebimizde on para harçlık
Ver Allahım cümlemize hoşluk
Yok mudur Edirne hudutlarında bize bir boşluk
Ver Allahım sen selâmet cümlemize
(Riza Mollov, Bulgaristan Türklerinin Halk Şiiri, Sofya, 1958, 143.)

1938 göçünü yansıtan bir ilâhiden de şunları aktaralım:

Bir sabah namazı çıktım odamdan
Vatanı terkedip gittim oradan
Gam için mi yaratmış bizi yaratan
Gider millet vah ayrılık deyu
Yanar millet ah vatan deyu
(Güven-Doverie Gazetesi, 5 Ekim, 1994, Sofya.)

Başka bir destanda da 1938′de hicret edenlerle kalanların ayrılmasını halk ozanı şöyle dile getirmektedir:

Hicret edip gider Allah aşkına
Gidenlere kalan kullar ayledi
N’apsın kalan, macır dönmüş şaşkına
Arkasından akan sular ayledi
…………………………………..
Ana yavrısını bırakıp gider
Kızı arkasından kuş olup öter
Bu ayrılık ölümden beter
Dayler taşlar vatan deyip ayledi
(Dobriç İli Bayrampazarı. Söyleyen: Salih Raşitoğlu. Kaleme alan: İ. Cebeci.)

İkinci Dünya Savaşından sonra da Balkanlar’dan Türkiye’ye göçler devam etmiştir. 1989 yılında Bulgaristan’ın gerçekleştirdiği geniş kapsamlı zorunlu göç, BÜYÜK GÖÇ olarak tarihe geçmiştir. Komünist yöneticiler, ülkedeki Türklere soykırım uygulamaya kalkışmışlardır. Türklerin okulları kapatılmış; silâh zoruyla, asker gücüyle ve ölüm tehdidiyle adları Bulgar adlarıyla değiştirilmiş, giyim-kuşamları yasaklanmış, camiler tahrip edilmiş, mezar taşlarından kaldırımlar yapılmış, cenazeler Bulgar mezarlıklarına gönderilmiştir. Türk dilinde eğitim şöyle dursun, ailelerde dahi Türkçe konuşmak yasaklanmıştır. Tepki gösteren Türkler, ölüm kamplarına ve hapisanelere gönderilmiştir. Tırmanışını giderek artıran baskılar BÜYÜK GÖÇ ile son haddine ulaşmıştır. tüm bu olaylar, sözlü edebiyatta da izler bırakmıştır. Türkçe konuşmanın yasaklanmasına tepki gösterenler hapisanelerde çürümüş, birçokları da kurşuna dizilmiştir:

İçinizden biridim
Karlar gibi eridim
Anadilimiz için
Hapislerde çürüdüm
Gide gide yoruldum
Sular gibi duruldum
Üzülme anneciğim
Türkçem için vuruldum
Kırcaali’nin Koşukavak (Krumovgrat) bölgesinden şair Süleyman Yusuf Adalı tarafından derlenen türküler.

Bulgarlaştırma süreci Aralık 1984 tarihinde Kırcaali bölgesinde kanlı olaylarla başlamış ve birçok Türk, tanklar altında kalmış, kurşuna dizilmiştir. Süleyman Yusuf Adalı’nın derlediği türkülerden şunu okuyalım:

Örencik deresi köy oldu bize
Böğürtlen çal(ı)ları ev oldu bize
Atma zalım atma
Kadım yok benim
Düşmana verecek
Adım yok benim
Örencik başına düşman yürüdü
Kâfir ellerini kana bürüdü
Atma zalım atma
Kadım yok benim
Düşmana verecek
Adım yok benim
Örencik deresi dar geldi bana
Bu ecelsiz ölüm zor geldi bana
Atma zalım atma
Kadım yok benim
Düşmana verecek
Adım yok benim

Bulgarlaştırma olayları şu ilâhiye de konu olmuştur:

Dobruca ovası düzlük
Gitti adlarımız çok üzüldük
Buradan (Türkiye’ye) giden kurtudu dedik
İmdat Allahım imdat!
Babam adımı koydu ezan ile
Kâfir değiştirdi silâh ile
Annem ağladı gözyaşı ile
İmdat Allahım imdat!
Belene Adasına varalım
Beşbin tutukluyu geri alalım
Hepsi genç kız ve oğlan
Onlara nasıl ağlayalım
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 126.)

Tuna nehrinin ortasında bulunan Belene Adasına halkımız Ölüm Adası adını vermiştir. Çünkü buraya gönderilenlerden birçoğu bir daha geri dönmemişlerdir. Belene Adasına hasredilen türkülerin, ağıtların da sayısı az değildir:

Arda’dan Tun’ya teller germeli
Nasıl nice Belene’ye varmalı
Aslam Memed’imiz yatağa düşmüş
Hâl-i hatırını varıp sormalı
Arda’dan Tuna’ya teller gerilmez
Bir gecede belene’ye varılmaz
Boşuna tepmeyin yolları anam
Kuş olsan da Belene’ye girilmez
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 122.)

Belene’de kalanların üzüntüsü nice anaların babaların zamansız ölümüne sebep oldu:

Belene dedikleri
Cehennemdir cehennem
Babam, ben görmeden gitti
Şimdi de ölmüş annem
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 375.)

Tüm bu olayları Büyük Göç izledi. Utanç trenleri, 15-20 kilometre uzayan araba ve kamyon kervanları 1989′un yaz aylarında Bulgaristan Türkünü Türkiye’ye getirdi. Yine bölünmüş aileler, parçalanmış yürekler, yine ıssız kalmış Türk köyleri, okullar, camiler:

Gökte uçar kırlangıç
Kanadı ayrıç ayrıç
Bulgar bizi ayırdı
Kan kussun avuç avuç
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 122.)

Göç, Balkan Türklerinin tarihi bir kaderidir, diyoruz. Balkan Türkünün bu kaderi gerçekten de kaçınılmaz bir alınyazısı mıdır?!…

Prof. Dr. Hayriye Memoğlu Süleymanoğlu

Hiç yorum yok: