Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun meşhur “Yaban” romanındaki, Türk aydını Ahmet Celal ve Türk köylüsü Bekir Çavuş arasındaki ilginç diyalogu birçoğumuz biliriz:
Bekir çavuş:
—Biliyorum beyim, sen de onlardansın emme
Türk subayı Ahmet celal:
-Onlar kim?
— Aha, Mustafa Kemal Paşa’dan yana olanlar…
— İnsan Türk olur da nasıl Mustafa Kemal Paşa’dan yana olmaz?
— Biz Türk değiliz ki, beyim.
- Ya nesiniz?
- Biz İslamız, elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da başlar.
( (İletişim Yayınları, 1998, S.172–173)
Yukarıdaki olay, geçmişte, günümüzde ve hatta gelecekteki milletleşme sürecimiz ile ilgili bize "millet" olarak ders verecek niteliktedir.
“Bizim kadar kendi tarihine, kültürüne ve şu andaki coğrafyasına yabancı olan başka bir millet var mı?”Eminim ki, şimdi anlatacağım olay, Türkiye’de yaşayan her güney Azerbaycan' lının başına gelmiştir:
Örneğin Türkiye’nin her hangi bir yerinde bir Türkiye vatandaşından adres soruyorsunuz ve karşınızdakine şiveniz biraz değişik gelince (1925ten beri Türkçenin okullarda yasaklanmasını da göz önünde bulundurursak, bazı “Türkiyeli” dostlarımıza göre bozuk bir şive olan güney Azerbaycan Türkçe'sinin şu mevcut şeklide bile yaşayabilmesi gerçekten bir mucizedir!)
Ve hemen ardından her zamanki diyalog başlıyor:
—Pardon siz nerelisiniz?
—Güney Azerbaycan'lıyım.
—Öylemi? Azeri misiniz?
—Hayır, efendim, Azeri değilim, güney Azerbaycan Türkü'yüm!
- Baku’den misiniz?!
Evet, anlaşıldı, tarih dersi başlamıştır!
1825 yılına dönüyorum ve o tarihte şu an İran denen coğrafyaya hakim olan Karakoyunlu Kaçar devletinin terkibinde, yarı bağımsız olan birleşik Azerbaycan’ın, çarlık Rusya’sı ile süren yıllarca savaştan sonra, Araz Nehiri sınır alınarak nasıl fiilen iki parçaya bölündüğünü, ve küçük bölümü olan, kuzey Azerbaycan’ın Rus hakimiyetinde, öteki esas ve büyük parça olan Güney Azerbaycan ise Türkmen Kaçar devleti terkibinde kaldığını ve bu bölünmenin günümüze kadar devam ettiğini (Güney Azerbaycan da 1925’ten sonra Kaçar Türk devletinin yıkılmasından sonra, fiilen Farsların egemenliği altına geçmiştir) ancak 1990lı yılların başında Sovyetlerin parçalanması ile birlikte, kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığına kavuştuğunu… Anlatmaya başlıyorum!
—Yani İranlı mısınız?
—Hayır, efendim, Güney Azerbaycan, İran adlı ülkede 1925’ten bu tarafa hâkim olan Farsların işgali altındadır.
—İran’da ne kadar Azeri var?
—Efendim, İran’da bir tane bile Azeri yok! İran’da 35.000.000 Azerbaycan Türkü var!Bizim vatandaş belli ki çok şaşırmış!
—Ama ne fark eder ki?
—Çok fark eder! Çünkü Azerbaycan bir coğrafya ismidir, millet değil, Azeri sözcüğü ise, ilk defa olarak, tarihin en azılı Türk düşmanı Stalin, daha sonra ise hasta beyinli İran-Fars şovenistleri tarafından, Azerbaycanlıların Türklük şuurunu yok etmek, unutturmak için uydurulan sahte bir kimliktir. Emin olun ki eyer Ruslar, Allah korusun Anadolu ya hakim olsalardı, burada da Egeli, ne bileyim Karadenizli ve İzmirli diye uyduruk milletler ve kimlikle yaratmaya çalışırdılar. Kendi kendime:
"Ah, Yakup kadri ah! Şimdi seni biraz anlamaya başladım, diyorum. Ne ise vatandaşımız iyicene meraklanmıştır anlaşılan:
—İran’da ne kadar Türk var ki? (hele şükür Türk dedi!)
—35 milyon
—Ne? 35 milyon mu? İran’ın ne kadar nüfusu var ki?
—70 milyon efendim!
—Allah, Allah o kadar var mı ki?
—Var efendim!
Ne ise ki şimdilik “Azeri değiliz Türküz” konusunda anlaşmış gibiyiz. Tabi şimdi vatandaşımızın birde “İran” merakı sarmıştır.
—Arapça biliyor musun?
—Hayır, efendim, bilmiyorum.
—Ama nasıl olur, İran Arap değil mi?
—Hayır, efendim İran’da Resmi dil Farsçadır (Acemcedir). İran’da ancak sizin Harran, Viranşehir ve Hatay’ınız kadar Arap kökenli var ve ya yok!
Evet, biraz yoruldum, ama bir Türk vatandaşının daha, doğu sınırına bitişik 35 milyon kardeşini keşif etmesini sağladığıma göre mutluyum… Hayır! İnsanımıza, Vatandaşımıza kızmaya, darılmaya hiç ama hiç hakkımız yok! Çünkü onu yöneten ve yönlendiren sistem, onun çevresini, dünyasını, doğal uzantılarını, ulu bir milletin mensubu olduğunu… Anlamasını engellemiştir. Peki, nedir bu sistem? Nerededir bu gerçek sandığımız hayalı matrix?
-…yönlendirilmiş gayri milli medya
— Türk devletini ve toplumunu Hitit ve Bizans uygarlıklarının kültürel mirasçısı olarak takdim eden eğitim sistemimiz.
—deve kuşu politikası diye yanlış yorumlanan “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi İnsanlık tarihinin en yüce cihangir milletlerinden olan Türk varlığını, Atatürk milliyetçiliği gibi dar ve soyut bir kavramı kullanarak Ardahan ile Edirne arasında hapis eden zihniyetler (ve ondan sonra da Kerkük elden gitti gidiyor diye dövünen bir zihniyet, peki adama sormazlar mı 80 yıldır kış uykusuna mı dalmıştınız beyler?)
—ve son zamanlarda “Türkiye'li” ve “Türkiye'lilik” safsatası Evet, bu ülke Türk milliyetçisi rahmetli Ebulfez Elçi Bey'e
“Ekselans ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz, nereden öğrendiniz?”
diye soran dış işleri bakanları da gördü! Karabağ’daki Türklere Ermeni canileri tarafinden soykırıma maruz karırken,
"Onlar şii biz Sünni, onlarla İran ilgilensin"
diyebilen cumhurbaşkanlarını gördü bu ülke! Aklıma şair Fuzuli’nin o meşhur dizeleri geliyor:
Dost bî-perva felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Dert çok hem-dert yok düşmen kavi tali’ zebun
Evet, bizde dış Türkler olarak, Türkiye’ye ilk adım bastığımızda buradaki acı gerçeklerle yüzleştik. Ama ne yazık dertlerimizi dinleyen, bizimle yürek birliği olan burada dava yoldaşlarımızı da en az bizim kadar dertli olduğunu gördük:
—Ya, biz de bu ülkede Türklük davası veriyoruz, Türkiye zaten şu anda Türk olmayan veya Türklük şuuruna sahip olmayan bir zümre tarafından ele geçilmeye çalışılıyor. Biz, Türkiye’ye deki Türk milliyetçileri olarak siz, dış Türklerin çektiği acıları anlıyoruz, ama biz de burada kendi canımızın derdine düşmüşüz…Evet, kandaşlarım, ülküdaşlarım, kardeşlerim, candaşlarım, dava yoldaşlarım, sizde haklısınız ne yazık ki, hem de çok haklısınız. Şair Feridûddin ATTAR’in dediği gibi:
Dost kötü günde belli olur. İyi günlerde ise yüzlercesi bulunur. Siz Türk milliyetçileri, siz ülkücüler, bizim zor günü dostumuz oldunuz. Bugün belki sınırlarımız birleşmeyebilir, ama kesinlikle gönüllerimiz birleşmiştir. Biz Güney Azerbaycan Türk milliyetçileri olarak, Tebriz’de, Urumiye ve Sulduz'daki bozkurt tek ışıldayan, umut, iman ve azim dolu gözleri Kars’tan Edirne’ye, aziz Türkiye’mizin her yerinde gördük. Bozkurt bayraklarının dalgalandığı o mukaddes ocaklarda, güney Azerbaycan yaşıyordu, vallahı, inanın aynı düşünceler, aynı yüzler, aynı sadelik, aynı hulus hatta çoğu muhabbetler bile aynıdır. O ocaklarda Şah İsmail de var, Yavuz Sultan Selim de var, Sultan Uzun Hasan da var, Hazret-i Fatih de var, Enver Paşa da var, Gazi Mustafa kemal Paşa da var, evet Çöhreganli da oradadır her zaman...Elbette bir gün dirilir eski beylerYine kılıç kuşanır tarihteki paşalar…
Aklıma yakın tarihimizde yaşanan bir olay geldi:
Birinci dünya savaşında Rusların desteklediği Ermenilerin, kuzey Azerbaycan’da Türk kıyımına başlamaları üzerine, Halil paşa komutasındaki Osmanlı ordusu (Kafkas İslam ordusu) birlikleri Bakû’ye doğru yola çıkarlar.Halil Paşa ve komuta heyetini taşıyan tren, Bakû’ye iki saat uzaklıkta bir tren istasyonunda dinlenme molası vermek için durur. O anda Halil paşanın bulunduğu mekana elinde sazı ile bir Azerbaycanlı Aşık gelir ve çalmaya başlar:
Trenler vagon vagon asker taşır Bakû’ye
Aşık bir iki defa bu dizeleri tekrar ettikten sonra, artık nerede ise bütün gücü ile haykırarak:
- …söyle Halil paşa Allah aşkına bunda ne iş var? Bunun üzerine Halil paşa ayağa kalkarak cevap verir:
- Bugün Bakû, yarın Taşkent sonraki gün ise Urumçi!
“NE OLACAK! BU İŞİN SONUNDA TURAN VAR”
Biz de o büyük paşayı saygı ile anarak, diyoruz ki:
Bugün Ankara, yarın Kerkük, bir sonraki gün ise Tebriz…
“Evet, NE OLACAK BU İŞİN SONUN DA TURAN VAR”
Oktay Türkmençaylı, teşekkürler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder